RÖPORTAJ

“Adil Düzen” Programının Mimarlarından Prof. Dr. Arif Ersoy İle Özel Röportaj

Türk ekonomi tarihinin en önemli çalışmalarından biri olan “Adil Düzen” programının mimarlarından İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi İslam Ekonomisi ve Finans Bölüm Başkanı Prof. Dr. Arif Ersoy ile İbrahim Yılmaz tarafından, takipçilerimiz için gerçekleştirilen röportajı istifadenize sunuyoruz.

Hocam; takipçilerimiz için, biraz kendinizi tanıtır mısınız?

İsmim Arif Ersoy, 20.Yüzyılın ilk yarısının sonlarına doğru 1948 yılında Çorum da doğdum. Ortaöğretim ve lise eğitimlerim bittikten sonra 1969 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Siyaset ve İdare Bölümünü kazandım, 1973 yılında mezun oldum, aynı zamanda Konya Yüksek İslam Enstitüsü’nden mezun oldum. 1974 yılında yüksek lisans çalışmaları için İngiltere’ye gittim. İngiltere’nin Cambridge kendinde dil kurslarına katıldım ve İngiltere Leeds Üniversitesi, İktisat Fakültesi, İktisadi Kalkınma dalında mastır derecesini 1976 yılında aldım. Ocak 1977 tarihinde Ege Üniversitesi, İktisat Fakültesi’nde İktisat Bölümünde araştırma görevlisi olarak işe başladım. Bu üniversitede Doktora Derecesi’ni 1979 yılında tamamladım. 1982’de Yardımcı Doçent, 1986’da İktisat Doçenti ve 1992 yılında da İktisat Profesörü unvanlarını aldım. Akademik hayatta öğrendiğim teorik bilgileri uygulamak amacıyla Ocak 1994 tarihinde üniversiteden ayrıldım ve siyaset girdim. Doğum büyüdüğüm Çorum ilinin Merkez belediye başkanlığına 27 Mart 994 yerel seçimlerinde aday oldum. Hemşerilerim desteği ile belediye başkanı seçildim. Beş yıl belediye başkanlığı görevini yaptıktan sonra tekrar üniversitedeki görevime dönmek istedim. Hemşerilerimden izin almadığım için,18 Nisan 1999 yılında yapılan yerel yönetimler seçimde ikinci kez aday oldum ve yeniden seçildim. Bu görevi, 8 Ağustos 2002 yılına kadar deruhte ettim. Görev süremin bitmesine bir buçuk sene kala istifa ettim. Belediyede edindiğim deneyimleri Ankara’da üst düzey yöneticilere anlatmak ve uygulama imkânı bulmak için 3 Aralık 2002 Genel seçimlerinde Saadet Partisinde milletvekili adayı oldum. Seçilmek için yeterli oy alamadım. Seçimden sonra akademik hayata dönmedim. Ankara’ya yerleştim. Savunduğum görüşlerimi ve geliştirdiğimiz teorileri siyasetçilere anlatmak için döndüm. Yaklaşık 10 sene siyasetçilere Türkiye’nin sorunlarının çözümüne yönelik geliştirdiğimiz hak ve adalet eksenli yeniden yapılanma modelimizi anlattık. Bu modeli Merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hocamızla 1983-1989 yılları arasında yaptığımız yoğun çalışma ile Silm Sosyal Yapılanma Modeli olarak bir ekiple geliştirmeye çalışmıştık. Muhterem Prof. Dr. Necmettin Erbakan bu modeli Adil Düzen olarak 1989 yılında siyasi gündeme getirmişti. Hocamızın vefatına kadar bu çalışmalara devam ettik. Milli Görüş Hareketinde meydana gelen bölünmeden sonra siyasetçiler anlattıklarımız bizleri dinlediler. Fakat ne eleştirdiler, ne de uygulama eğilimi gösterdiler. Daha sonrasında üniversite hayatımıza tekrar dönüş yaptık, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’nde Mart 2012 tarihinde yeniden akademik hayata başladık. 2015 yılında yaş haddinden dolayı emekli olduktan sonra 25 Eylül 2015 tarihinde İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesinde öğretim üyesi olarak akademik hayata yeniden başladık. Halen bu üniversitede İslam Ekonomisi ve Finans Bölüm Başkanlığı ve Uluslararası İslam Ekonomisi ve Finansı Araştırma ve Uygulama Merkezi müdürlüğü görevlerini deruhte etmekteyim.

Türkiye’de İslam Ekonomisi ve Finansı bölümü için nasıl bir gelecek öngörüyorsunuz? Öğrencilerin en çok çalışmaya hevesli oldukları alanlar katılım bankacılığı ve akademisyenlik olarak gözükmekte. Sizce aldıkları eğitim ile bu iki alanda ne tür farklılıkların oluşmasına öncü olacaklar?

İslam ekonomisi, insan fıtratına uygun doğal bir ekonomidir ve insan merkezlidir. Bu sebepten dolayı İslam ekonomisine İngilizce “Human Economics” denilmektedir. Genel anlamda insanlık tarihi boyunca ekonomi düzenleri ikiye ayrılabilir. Birincisi, doğal ortaklık ekonomi düzenidir. Bu düzende üretim faktör sahipleri kendi irade ve rızaları ile bir araya gelir. Neyi, nasıl ve ne ile üreteceklerini kendi irade ve rızaları ile karar verirler. Ortak gayretleri ile üretimi gerçekleştirdikten sonra elde edilen hasıladan devlete ödenmesi gereken vergileri ödedikten sonra hasılayı kendi irade ve rızaları ile yaptıkları anlaşmaya göre hasılayı paylaşırlar. Bu iktisadi düzene ortaklık ekonomisi diyebiliriz. Ortaklık ekonomisinin mantığına göre şudur; üretim faktör sahipleri kendi irade ve rızaları ile bir araya gelerek sahip oldukları faktörleri birleştirip neyi, nasıl, ne kadar üreteceklerine karar verirler. Daha sonra aralarında irade ve rızaları ile yaptıkları sözleşmeye dayalı olarak üretimi gerçekleştirdikten sonra devletin payı olan vergiyi ödedikten sonra kalan hasılayı yine kendi aralarında yaptıkları sözleşmeye göre bölüşürler. Üretim faktör sahiplerinin kendi irade ve rızalarına göre üretim külfetini ve üretilen hasılayı paylaştırdıkları ekonomik düzene ortaklık ekonomisi denilmektedir. İnsanlık tarihinin her döneminde bu ekonomi düzenini belli ölçüde uygulanmıştır. İslam dünyasında 7. Yüzyıl ile 15. Yüzyılın sonuna kadar İslam coğrafyasında nimet ve külfetin (maliye ve getirinin) paylaşıldığı ortaklık ekonomisi uygulanmıştır. Bir diğer ekonomik düzen ise tekelci ekonomi düzenidir. Tekelci ekonominde ise, tekel olma konumlarından yararlananlar, kendi menfaatlerini önceleyerek üretim ve paylaşımın kurallarını başkalarına zorla kabul ettirdikleri ekonomik düzendir. Tekelci ekonomide kendi içinde ikiye ayrılır. Tekel sermaye ise bu iktisadi düzene kapitalizm denir. Şayet tekel siyasi ise, bu iktisadi düzen sosyalist veya faşist iktisadi düzen denilir.

Şu anda dünyada hâkim olan tekelci güç sermaye gücüdür. Bundan dolayı cari egemen ekonomi düzeni tekelci finans kapitalizmidir. Finans kapitalizm ile ilgili teorilerinin büyük bir kısmı, sermayenin kârının nasıl maksimize edilebileceği hedefine yönelik geliştirilmiştir. Kapitalist iktisadi düzenle ilgili geliştirilen önemli bir kısmı zamanla geçersiz hale gelmektedir. Bundan dolayı 15. Yüzyılda merkantilist ekonomi düzeni ile ilgili teoriler zamanla anlamsızlaşmıştır. Daha sonra sanayi kapitalizmi ile ilgili klasik iktisadi teoriler geliştirilmiştir. Klasik iktisatçıların geliştirdikleri teoriler genel anlamda bütün hesaplamaları sermayeye ne kazandıracağı hedefine yönelik olarak geliştirilmiştir. Sosyalizm de kapitalizmin yol açtığı haksızlıklara karşı farklı bir alternatif sistem olarak 18. ve 19. Yüzyılda düşünce sistemi olarak gündeme geliştirilmişti. Daha sonra 1917 Bolşevik devrimi ile önce Rusya’da, daha sonra Sovyetler Birliğinde uygulanmaya başlamıştı. 1949 yılında ise Mao önderliğindeki devrimde, Çin’de de uygulanmaya başlayan bu sistem ise devlet merkezli bir iktisadi düzendi. dir, Teoride her şey devlet için hesaplanmış olsa bile, uygulama bürokratların istek ve eğilimlerine uygun sonuçlar üretmiştir.

İnsanların bilgisi artıkça ve kapitalizmin ürettiği sorunlara çözüm bulunamayınca İslam ekonomisi doğal olarak 1980’lı yıllarda gündeme getirildi. İkinci dünya savaşından sonra batıya giden Müslüman aydınlar kapitalizmi araştırdılar, teorilerini incelediler hatta kendileri kapitalist ekonomide önde gelen iktisatçılar arasında yer aldılar. Sonrasında fark ettiler ki İslam dünya görüşüne dayalı ekonomi daha insancıl bir ekonomi, daha fazla üretim eksenli bir ekonomi olduğu için faizsiz finans veya bizim katılım bankacılığı dediğimiz sistemi gündeme getirdiler. Müslüman ilim adamlarının İslam İktisadı alanında yaptıkları çalışmalar çok az aydının ilgisini çekti. Zamanla Batı’da ve İslam coğrafyasında bu alanda önemli çalışmalar yapıldı. Türkiye’de 1970’lı yıllarda Türkiye’de ve diğer bazı ülkelerde İslam’ın temel ilkelerine dayalı yeni iktisadi çözümler tartışıldı. Faizsiz sistemin karşılaşılan sorunlara yeni çözümler getirme kapasitesine sahip olduğu siyasi gündeme taşındı. Merhum 54 Cumhuriyet Hükümet Başbakan merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan öncülüğün Adil İktisadi nizam 1989 yılında Türkiye’nin gündemine taşındı.   Daha sonralarında 2008 yılında küresel mali bunalım ortaya çıktığı vakit de birçok insan kapitalizmin arz ile talep arasında dengeyi sağlamada giderek tekelleştiği için gücünü kaybettiği savunuldu. 2008 yılında meydana gelen Mali Bunalım, İslam’ın ekonomik ilkelerine dayanan faizsiz finans, dünyada gündem gündemi getirildi. Faizsiz finans sistemin reel değerler üretimindeki önemi ve krizlere karşı daha dayanaklı olduğu husus küresel düzeyde değerlendirilmeye başlandı. Daha sonralarında İngiliz finansal Burjuva sınıfı, faizsiz finansı yöntemlerini uygulamaya başladı. Şu anda Londra İslam finans sistemleri kullanılarak yatırım yapıldığı önemli finansal merkezlerden biri haline geldi. Zamanla bu sistem Müslüman olan ülkelerde gelişti ve yaygınlaştı. Bu gelişmeler sonucunda katılım bankaları küresel düzeyde uygulanmaya başlandı.

Türkiye de 1980’li yıllarda Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal faizsiz bankacılığı Türkiye’nin gündemine getirdi. O zaman belli çevreler dediler ki, “biz laik bir ülkeyiz. İslami ilkelere göre çalışan bir finans kurumunu nasıl gündem getirirsiniz”? O dönemde faizsiz bankacılık sistemi, katılım bankacılığı adı altında gündeme getirildi. Günümüzde faizsiz bankacılığı hemen hemen dünyanın her bölgesinde gündemde olan ve uygulanan bir olgu haline gelmiştir. Bugün küresel gündemde olan İslam İktisadı Ortaklık Ekonomisi olarak değerlendirilebilir. Reel ekonomik eksenli bu iktisadi sistemi, günümüzün ekonomik sorunlarına farklı çözümler üretme kapasitesine sahip geleceğin ekonomisi olarak görülmektedir. Siyasi tekele dayalı olan Sosyalist iktisadi düzenin, 20. Yüzyılın ikinci yarasında karşılaşılan sorunlara çözüm üretemediğinde dolayı çöküşü engellenemediği gibi, günümüzün hâkim ekonomi düzeni olan tekelci finansal kapitalist düzenin sorun çözme kapasitesi aşırı tekelleşmeden dolayı git gide azalmaktadır. Finansal tekele ci dayanan bu mevcut ekonomi sistemi gitgide güçlendikçe tekelleşmektedir. Kapitalist Sistem, 20. Yüzyılın yılın ilk yarsında dünya piyasalarını yı paylaşmak amacıyla Birinci ve İkinci dünya savaşlarını çıkartmış ve milyonlarca insanın ölümüne sebep olmuştu. Bugün de aşırı tekelleşen finansal Kapitalizm, karşılaşılan tığı sorunlara yeni çözümler üretemiyor ve hatta yeni gerginlikler ve çatışmalara ortam hazırlıyor. Küresel ekonomideki aşırı tekelleşme baskı ve dayatmalara neden olmakta ve hatta faşistleşen tekelci kapitalizm, küresel barışı tehdit eder hale gelmiştir. 21. Yüzyılın ilk çeyreğinde dünyanın üçte ikisi yoksullaştı ve batıdaki tekelci firmalar birçok ülkenin ekonomilerinin büyük bir bölümünü onlar yönetiyor.  Dünya nüfusunun yaklaşık yüzde birini oluşturan tekelci sermaye sahipleri dünya kaynaklarının %80’ine hükmediyorlar. Bu tekelci zümrenin çıkarını önceleyen mevcut dünya düzeni sorun çözme yerine adeta sorun üretmekte ve sürekli gerginlikler ve çatışmalara zemin hazırlamaktadır. Mevcut finansal tekelci mihraklar, dünyanın birçok bölgesinde İslamofobiyi teşvik ederken faizsiz finans yöntemlerinden yaralanma yollarına başvurmaktadır. Günümüzde hemen her ülke İslami finans ile ilgilenmektedir. Reel üretim eksenli ve üretilen hasılanın adil paylaşılmasını amaçlayan İslam ekonomisi ve finansı bütün insanlık için rahmettir. Çağımızın iktisadi sorunlarına çözüm üretmeyi vadeden bir ortaklık ekonomi düzenidir.

Öğrencilerimizin bir kısmı İslam İktisadı ve Finansı Bölümünü bölümü tercih etmeleri hakkında yeterince bilgilendirilmediğinden dolayı hangi alanda eğitim gördüklerini çevrelerindekileri anlatmada zorlanmaktadırlar. “Sizler bu bölümü seçmekle çok şanslısınız.  Çünkü biz size mevcut ekonomiyi anlatıyoruz. Siz idari bilimlerden mezun olan birinin tüm haklarına ve edindikleri bilgiye sahipsiniz. , Bana ilave olarak diğer insanların bilmediği İslam ekonomisini de biliyorsunuz. Şu anda katılım bankalarında görev aldığınız gibi diğer bankalarda da çalışabilirsiniz. Cari bankların nasıl çalıştığını da bilmektesiniz.  İslam iktisadı ve finansı ile ilgili yeterli bilgileri olmayanlar, öğrencilerimize soruyorlar bu bölümü tercih etmekle ‘ne olacaksınız?’ diye öğrencilerimizi sorularla meşgul ediyorlar. Onlar da genç oldukları ve daha bu sene yeni mezun vereceğimiz için bu tür sorulara cevap vermede biraz tereddüt geçiriyorlar. Bu öğrencilerimizin kendi alanlarında ileride çok başarılı olacaklarına ve önemli mevkilere geleceklerine inanıyorum.

Günümüzde kapitalist bankacılık sistemine alternatif olacak derecede güçlü bir katılım bankacılığı sektörü oluşmuyor. Sizce bu eksikliğin bu sektöre has insan kaynağı eksikliğiyle ilişkisi ne orandadır? İslam ekonomisi alanında mezun olan öğrencilerle bu açık kapanabilecek durumda mıdır? Bu eksikliğin en doğru şekilde kapanması için üniversitelerden başka kimler taşın altına elini sokmalı? Neler yapılmalı?

Bu konu hakkında sık sık konuşuyoruz ve cari ekonomik sistem faizli bankacılara göre kurulmuştur. Mevcut sistemin bütün müesseseleri cari faizli bankalara hizmet etmektedir. Katılım bankaları ise farklı dünya görüşü ve değer ölçülerine göre çalışmaya gayret ediyorlar. Katılım bankaları finansal değerleri üretime yönlendirmeye gayret ediyorlar. Yani finansal değerleri üretimi arttırmada, ticarette ve yatırımda kullanıyorlar. Hâlbuki şu anda mevcut bankalar para ticareti yapıyorlar, para ticareti ile gelir elde ediyorlar. Hâlbuki para ticaretinden elde edilen gelir faizdir. İslam iktisadına göre para ticaretinde elde edilen gelir haksız bir kazançtır. Çünkü finansal değerler sahip olanlar faiz mekanizması yoluyla üretimin rizikosuna katlanmadan diğer üretim faktörlerin gelirinden pay almaktadırlar. Başka bir ifadeyle faizli sistemde tasarruf sahiplerinin finansal değerleri belli bir faiz oranıyla cari bakalar vasıtasıyla toplanmakta ve daha yüksek faizle ihtiyaç sahiplerine verilmektedir. Bugün dünya ticaretinin yaklaşık %92’si para ve benzeri sembolik değerler ticaretinden oluşmaktadır. Yani küresel düzeyde reel değerler üretimini artırmadan sembolik değerler ticaretinden gelir sağlanmaktadır.  Ünlü İktisatçı Pareto’ya göre; bir ülkede eğer reel üretim artmıyorsa ve bir kısım insanların serveti sembolik değerler ticareti yoluyla artıyor ise, diğerlerin geliri azalıyordur. Bu yüzdendir ki paylaşımdaki adaletsizlik dünyada dayanılmaz boyutlara ulaşmış durumda. Hâlbuki İslam ekonomisinde finanslar değerlerin üretime yönlendirilmesi esastır. Üretmeden bir tarafın payı artıyor ise, diğer tarafım payının azalması kaçınılmazdır. İslam iktisadında esas olan ticarete ve bina-makine gibi sabit yatırımlara kanalize edilmekle reel değerlerini üretim ve ticaretini arttırma amaçlanmalıdır. Tabi bu anlattıklarımız biraz teoride kalıyor. Çünkü uygulamada şu anda bazı kurumsal ve yasal sıkıntılar var. Karşılaşılan sorunlar ve sıkıntılar mevcut sistemden kaynaklanıyor.

Esasen İslam ekonomisi akli ve fıtri bir ekonomidir. Fakat insanlar sermayenin karını maksimize etmeyi hedefleyen, faizli sisteme alışmış ve kısa yoldan para ticaretinden kar elde etmeye gayret etmektedirler. Aslın da üretimin rizikosuna (külfetine) katlanmadan para ticaretinden kar elde etmeye çalışmak, faizi maliyete yansıtmayan halkın üretiminden pay almaktır. Bu pay para ticareti üzerinden elde edilen gelirdir ve bu da faizdir. Daha iyi anlaşılabilmesi için bizlerin de öğrencilerimize faizi açıklama çalışırken verdiğimiz bir örnek: “Faizi, bir bakıma parası olan bir finans sahibinin faiz yoluyla rizikoya katlanmadan Monte Carlo’da kumar oynarken Adana Ovası’nda pamuk üreten işçinin ürettiği pamuktan aldığı pay olduğunu anlatıyoruz. Türkiye’de de faizi emekli, köylü ve halk ödüyor ve Türkiye’de ilginç ve çok üzücü olan durum da vergi ödemlerde birinci gelen kurumlar da bankalardır. Merkez Bankası’nın en fazla kar eden bankaların başında yer alması,  Türkiye için sevindirici olmaktan çok, üzüntü duyulması gereken bir husustur. Merkez bankası bu kadar geliri nerden elde ediyor? Merkez Bankası’nın üretim tezgâhı veya bir fabrikası yok ki, milli hasılaya sağladığı reel üretim üzerinden kar yaparak vergi birincisi olsun. Merkez Bankası’nın üzerinde vergi ödediği gelir faizden elde ettiği gelirdir. Bu geliri faizi maliyete yansıtmayan halk ödüyor, işçi, memur, köylü ve dar gelirli ödüyor. Almanya’da ise en fazla vergi ödeyen ilk on kurum sanayi kuruluşlarıdır. Üretim yapan ve üretim yaparak reel değerler üretiminden kar elde eden kuruluşlardır. Onun içindir ki Türkiye de karşılaştığımız ekonomik sorunların temel sebepleri cari kapitalist sistemdir. Bu sistemle biz karşılaştığımız sorunlara çözüm üretemeyiz. İslam ekonomisinin dayandığı ilkeler göre; finansal değerler üzerinden kar elde etmek için bu değerler üretime kanalize edilmelidir. Reel değerlerini üretimine, ticaretine ve yatırımına yönlendirilmeleri gerekir. Hatta biz bu hususu şu şekilde açıklamaya çalışıyoruz. Eğer finansal değerler istihdama yol açarsa ve emeğin istihdamına yöneltilirse, emeğin ürettiği değerler bir nevi servet olarak karşımıza çıkar. Öğrencilerimize soruyoruz ‘para nedir?’. Onlar, birçok tarif yapılıyor. Ben de onlara şu şekilde parayı tarif ediyorum. Para, emeğin ürettiği değerleri temsil eden bir senettir. Yani emek üretim yaparsa, sende o değerlerin karşısında para basar isen, enflasyon olmaz. Ama emek üretim yapmadan tüketirse ve siz de onun ihtiyaçlarını para basarak karşılamaya çalışırsanız, enflasyonu önleyemezsiniz. Öte yandan faizi yükseltirseniz, hem yatrımları azaltırsınız, işsizliği artırırsınız, hem de üretim yapmadan yüksek faiz öderseniz, faizi karşılamak amacıyla fazla para basmaya devam edersiniz. Gelir paylaşımda adaletsizliğin dayanılmaz boyutlara ulaşmasına ortam hazırlarsınız. Diğer yandan da enflasyonu önleyemezsiniz. Bu husus ilmi bir gerçektir. Bir Müslüman olarak benim şahsi görüşüm değildir. İnsanlık tarihi boyunca bütün ilim adamları bu gerçeği dile getirmişlerdir. Protestanlık mezhebinin anlayışına sahip olan iktisatçılar, finansal değerlerden üretimin rizikosuna katlanmadan kazanç elde etmek isteyen finansın sahiplerinin gelirini artırmak isteyen iktisatçılar faizi artırarak üretimle tüketimi dengelemeye çalışmaktadırlar. Bu uğraşının ilmi boyutunu yoğun uğraşılarına rağmen hala onlardan öğrenemedik.

Üretim artırılmadan para miktarı artırılsa,  fiyatların genel düzeyini artacağını belirten “Miktar Teorisi” doğal bir iktisat kuralıdır. İslam İktisadının esaslarına göre karşılaşılan sorunlara çözüm üreten Müslüman fıkıhçılar,  yüzlerce yıl öncesinden üretimi artırmadan para miktarının artırılmasının haksızlığa yol açacağını etraflıca anlatmışlardır. Onlara göre o dönemde kullanılan madeni paranın içeriğini değiştirerek para miktarını artırmak haksızlıklara yol açar. Paranın karşılığı belli olmalıdır. Para karşılığı belli olan, sayılabilen, ölçülebilen, tartılan bir mübadele aracıdır. Para mala eşit olursa fiyat artmaz, mal üretmeden para arzı arttırılır ise enflasyon olur. Aynı şekilde faiz yüksek ise, üretim arttırılmadan mecburen para arzı artıracaksınız. Hatta şimdiki faizle çalışan bankalara 1.000 TL mevduat yatırılır ise, bankalar yatırılan mevduatın %10’unu Merkez Bankasına zorunlu karşılık olarak yatırmakta ve geri kalan 900 TL’yi yine faizli kredi olarak piyasaya aktarmaktadırlar. Bu yolla faizli bankalar yatırılan 1.000 TL, bir yılda kaydı para olarak yaklaşık 10.000 TL’lik para arzına dönüşüyor. Bu süreç bir bakıma piyasaya faiz eklenerek 10.000 TL para artışına yol açmaktadır. Piyasada dolaşımdaki para miktarının artışı enflasyona yol açmaktadır.

 

Üretim artırmadan piyasadaki para miktarının artışı fiyat artışının neden olmaktadır. Enflasyonun, işçi, köylü, memur ve adar gelirlerin alım gücünü azaltmakta ve gelir dağılımındaki dengesizliği arttırmaktadır. Faiz ve üretmeden tüketmenin yol atığı karşılıksız para artışın yol açtığı haksızlıklardan rahatsız olan bazı çevreler diyor ki siz hissi davranıyorsunuz. Hayır, biz inancımız gereği hissi davranmıyoruz. İlmi gerçekleri ortaya koymaya gayret ediyoruz. Bizden önce Eflatun, Aristo hep bunu anlatmışlardır. Eflatun diyor ki ‘faiz iğrenç bir gelir kaynağıdır.’ Aristo da faizin doğal bir servet edinme kaynağı olmadığını savunuyor. Şu anda İslam ekonomisi bu gün özellikle Müslüman ülkelere ve az gelişmiş bütün ülkeler için çözüm üreten bir ekonomik disiplinidir. Kapitalist sistemin iktisat disiplini ile ilgili tarifi şöyledir: İktisat disiplini; ‘sonsuz ihtiyaçlarla, sınırlı kaynaklar arasında denge sağlayan bir disiplindir”. İslam ekonomisinin tarifini ise; Rahman Suresi’nin ilk dokuz ayetinden hareketle ‘İslam ekonomisi çalışmayla yaşamak, üretim ile tüketim, arz ile talep arasında denge kurallarını ortaya koyan bir disiplindir’. Bu tanımda yer alan çalışma, insanın enerjisini harcayarak eşyayı yararla hale getirmesidir. Biz bu işleme üretim diyoruz. Tüketim ise üretilen faydalı malları tüketerek insan enerjisini yenilemeyi ifade eder. İslam ekonomisi ekonominin iki boyutunu da her zaman göz önünde bulundurur. Birisi üretim yani arz, diğeri ise talep boyutudur. Üretim olmadan tüketemezsiniz, tüketim olmadan üretemezsiniz.

Akademik manada yapılan teorik çalışmalar sizce gereken karşılığını pratik de bulabiliyor mu? Neden teorik manada özellikle son yıllarda bu kadar yoğun çalışmalar varken pratikte bunların karşılığını göremiyoruz? Hangi kurumlarca hangi düzenlemelerin gerçekleşmesi durumunda akademik çalışmalardaki teorik birikimler ekonomik hayatımız da boy gösterecekler? 

Günümüzde İslam İktisadı ile ilgili teorik çalışmalara giderek artmakta ve yaygınlaşmaktadır. Faizsiz bankacılık alanda uygulama daha hızlı yapılmaktadır. İslam İktisadının temel ilkelere dayalı olarak gelişen finansal uygulama ile teori arasına hala önemli bir boşluk bulunmaktadır. İslam iktisadına dayanarak geliştirilen kurumsal yapılar yetersiz.  Küresel düzeyde İslam iktisadının temel ilkelerinin ekonomik yapılanmaya yansımazı oldukça sınırlı düzeyde olmasına rağmen faizsiz bankacılık alanda uygulamalar hızlıca gelişmekte ve uygulanmaktadır. Bu alanda uygulama teoriden daha hızlı yaygınlaşmakta ve uygulanmaktadır. İngiltere de ekonomik anlamda güçlü olan Burjuva sınıfı, hakikaten İslam ekonomisinin mantıklı ve tutarlı olduğunu 20. Yüzyılın son çeyreğinde fark etti. İslami finans yöntemleri İngiltere’de gerekli yasal düzenlemeler yapılmadan uygulamaya konuldu. Hatta katılım banklarından gelen öneri ve tekliflerin uygulanmasına ortak hazırlandı. Karl Max’ın ‘Burjuva sınıfı, tarihin en radikal sınıfıdır, menfaati için yapamayacağı hiçbir şey yoktur’ ifadesiyle anlatıldığı gibi bu alanda radikal davrandı ve adeta Londra İslami ilkelere göre işleyen İslami finansın merkezi haline geldi. Türkiye gibi bazı ülkelerde 1980’lı yıllarda İslam ilkelerine dayanan finansal yöntemlerinin kredileşmede uygulanıp uygulanamayacağı laiklik açısından tartışılırken İngiliz girişimleri bu alanda daha rasyonel davrandı faizsiz bankacılığın daha güvenilir olduğu ve reel üretime daha fazla katkıda bulunduğunu fark etti ve uyguladı. Bu uygulamalar, zamanla İslam iktisadının ilkelerine göre işleyen finansal kurumları küresel gündeme getirilmesine ortam hazırladı. Uygulama teorik çalışmadan daha hızlı yaygınlaştığı için günümüzde katılım bankalarına gidin teknik adamlar harıl harıl yeni yöntemler geliştiriyorlar ve uygulamaya çalışıyorlar. Fakat bu ilkelerin dayandığı teorik temeller ile yeterli bilgiye sahip değiller. Bu finans teknikleri iyi bilen uzmanlar, faiz ile ticaret arasındaki farkın henüz farkında değiller. Bu yüzden biz İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi bünyesinde yer alan Uluslararası İslam İktisadı ve Finansı Araştırma ve Uygulama merkezinde pratik ile teoriyi bir araya getirmeye çalışıyoruz. Hala Türkiye de ülkeyi yönetenlerin büyük bir kısmı İslam ekonomisinin mantığına inandıkları halde faizli ekonomiden medet ummaya devam etmektedirler. Bunun nedeni ise, Kapitalist sistemin dünya görüşüne göre geliştirilen çözümlerin dışında farklı çözümlerin olduğunda haberdar değiller. İnsan merkezli ve insan fıtratına uygun bir ortaklık ekonomisinin İslam İktisadı ilkelerin göre geliştirilen çözümlerin çağımızda karşılaşılan sorunlara daha ilmi ve daha iktisadi çözümler getirebileceğinin farkında değiller. Bu durum İslam iktisadının dayandığı teorik ilkeler hakkındaki bilgi eksikliğinden kaynaklanıyor.

Bazı Müslüman âlimler de İslam ekonomisini etik boyutu olan bir ekonomi olarak anlatmaya çalışıyorlar. İslam iktisadının esaslarına göre cari sistemlerden farklı yeni bir ortaklık ekonomisin inşa edilebileceğinin farkında olmayanlar geliştirdikleri finansal yöntemler ile bir nevi kapitalizmin ömrünü uzatmaya gayret etmektedirler. Hâlbuki İslam ekonomisinin kendine ait teorik yönleri var ve bu teorik yönleri üretim ve insan merkezlidir. İktisadi açıdan daha mantıklı, daha ilmi ve daha uygulanabilirdir. Onun için bu gün en büyük problem, pratik uygulamanın teorik çalışmaların önünde olması ve teori ile pratik arasında hala önemli bir açığın bulunmasıdır. Günümüzde uygulamaya çalışılan faizsiz finans sitemin dayandığı teorik tabanın yeterince bilinmemesi yanlış anlaşmalara ve uygulamalara yol açtığı ileri sürülebilir. Türkiye’de de hala kanunlarda gerekli düzenleme yapılmadığı için katılım bankaları bir nevi faizli sistem içerisinde faizsiz çalışmaya çalışan kurumlar olmalarında kaynaklanan sorunlar ve sıkıntılar ile karşılaşılmaktadır. Yoksa katılım bankalarının faaliyetlerini düzenleyecek olan yasalar çıkartılsa, gerekli kurumsal düzenlemeler yapılsa ve faizsiz sitemin daha güvenilir ve finansal değerleri reel değerler üretimine yönlendirmede daha verimli olduğu ortaklık ekonomisi mantığı ileh alaka yeterince anlatılsa katılım bankalarına ilgi daha da artacak ve ülkemizin karşılaştığı sorunların çözümünde önemli mesafeler alınacaktır.  Faizli sistemin enflasyona ortam hazırladıkları için mevduat sahiplerinin finansal değerlerinin enflasyon oranında erimesi ve faiz maliyetinin dar gelirli kesime yansıtılması ve gelir dağılımın zamanla bozulması üzerindeki etkileri hakkında halk kitleri yeterince bilgi sahibi olmadığı bir gerçektir. Bu açıklama faizli sistem karşı bir ön yargıyı yansıtmamaktadır. Bu tür açıklamalar insanlık tarihi boyunca birçok düşünür ve filozofun para ticareti ile servet edinenlerin yol açtığı sorunların dile getirenlerin yaptıkları açıklamaların adeta devamıdır. Bugün Amerika’da, Batı’da katılım bankalarının mudilerinin arasında çok sayıda Yahudi ve Hristiyan’ın anlatılan bu gerçeğin bir delili olmalıdır. İslam İktisadi sadece Müslümanlar için çözüm üretmiyor. Bütün peygamberlerin insanlığa tebliği ettiği İslam’ın temel ilkelerine dayalı olarak gelişen ve geliştirilecek olan yeni bir ortaklık ekoni düzeni bütün beşeriyetin lehine olacaktır. Çünkü bütün peygamberler İslam’ı rahmetten lil alemin olduğunu beşeriyete tebliğ etmişlerdi.

Türkiye’deki bankacılık sisteminin bağlı olduğu bankacılık kanunu katılım bankalarının tam manasıyla İslami bankalar olarak çalışmasına bazı alanlarda engel olmakta. Katılım bankalarına özel bir bankacılık kanunu neden tüm hazırlıklara rağmen bir türlü çıkarılamadı. Bu kanunun çıkarılması durumunda ülkemiz bankacılığına faydaları neler olacaktır? Sistemde ikilik çıkması ihtimali var mıdır? Ne gibi önlemler alınmalıdır? 

Ülkemizde mevcut iktisadi yapı cari faizli sisteme göre oluşturulmuştur. Katılım bankalar faizli bir sisteme göre şekillendirilmiş bir sistem içinde faizsiz çalışmaya gayrete eden finans kurumlarıdır. Bu gerçek ortadayken hala faizsiz çalışmaya gayret eden finansal kurumların faaliyetlerini düzenleyen bir yasa çıkartılmadı. Bütün mekanizma faizli bankaların lehine işlemektedir. Ülkemizde faizli bankalar para ticareti yaparak kar etmekte ve hatta en fazla vergi ödeyen kurumların başında yermektedir. Bu husus şu ilmi gerçeği açıkça ortaya koymaktadır. Para ticareti ile elde edilen kazanç faizdir. Yatırıma yönlendirmeyen finansal değerler üzerinde elde edilen kazanç köylü, işçi, memur ve dar gelirlerin sırtından elde edilen kazançtır. Finansal değerler ticaretiyle üretim yapmadan kar yapma ekonomik faaliyetlerin maliyetini yani riskini dar gelirlilere yükleme anlamına gelmektedir. Bugün bu gerçek iyice ortaya çıkmaktadır. Bugün Türk milleti, dünyada en yüksek faiz ödeyen Japonya da para yatırdığınız zaman masraf alınıyor, İngiltere’ de batıda faiz oranı çok düşük. Bazı ülkeler % 2’nin altındadır. Faizin de yüksek olması yatırımın daha az olmasına sebebiyet verir. En son yaşadığımız Trump hortumundan sonra yükselen faizler enflasyon oranın artırmış ve ülkemizde yoksullaşma sürecini hızlandırmıştır. Son aylarda faiz oranın düşürülmesi ekonomiyi göreli olarak rahatlatmıştır. Bazılarını savunduğu gibi faiz oranın düşürülmesi ne doların Türk lirası karşısındaki değerini artırmadığı gibi fiyatların da düşmesine ortam hazırlamıştır. Faizleri artırarak ve üretimi artırmadan talebi kısarak fiyat artışını önlemek doğal iktisat ilminin ilkelerine aykırıdır. Faizi artırarak arz ve talep dengesini sağlamaya yönelik teoriler tekelci finansa sahiplerinin karlarını maksimize etmeyi hedefleyen teorisyenlerin ürettiği yapay yaklaşımlardır. Bilindiği gibi Merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın başbakan olduğu 54. Hükümet döneminde işçi ücretleri %100 arttırılmasına rağmen israfın azaltılması ve yatırımların artırılması enflasyon oranını artmadı. Niçin? Çünkü kamu kaynakları israf edilmeden yatırımı yönlendirilerek üretim artırıldı. Artan ücretler talebi arttırdı. Talebin artması toplam arzın artmasına ortam hazırladı. Bu süre zarfında faiz oranları artmadı. Sermaye merkezli bir sistem olan kapitalizm sisteminin dayandığı mantığına göre geliştirilen bazı teoriler ilmi değildir.

Bugün Türkiye Cumhuriyeti tarihin akışını değiştirecek bir konumdadır. Eğer TBMM insan merkezli Ortaklı Ekonomisinin (İslam İktisadının) ilkelerinin işlemesine ortam hazırlayan yasal düzenlemeleri yapar ise, bir an önce katılım bankacılığı kanunu yasallaştırırsa ülkemize, küresel finansal sömürgeci mihraklar tarafında yoksullaştırılan Müslüman coğrafyana ve bütün beşeriyet büyük hizmet yapmış olacaktır. 100 yıl önce sömürgeci mihrakların ülkemiz işgal etmeyi palanlarını akamete uğratarak İstiklal Savaşını kazanmada mazlum uluslara örnek ve önder ülke olduğu bugün sorun çöme kapasitesini kaybetmiş ve sorun üreten Tekelci Finans Kapitalizmin ürettiği sorunlara çare ve özüm üreten hak ve adalet eksenli insan merkezli yeni bir iktisat düzenin kuruluşuna öncü ve önder olabilir. Giderek yoksullaşan dünya nüfusunun üçte ikisi, gelişmiş ülkelerde sayıları artan yoksul kitleler ve zengin ülkelerin kapısını çalın göçmenler insan merkezli yeni iktisadi sistemin kuruluşunu beklemektedirler.

İslam ekonomisi ve katılım bankacılığına yönelik yayın yapan basılı, görsel ve e-yayıncılık faaliyetleriyle ilgili neler düşünüyorsunuz? Bu alanda değer katmaları açısından kendilerinden beklentileriniz nelerdir?

Hamd olsun Allah’a bu gün İslam İktisadi bütün dünya gündemindedir. Hemen hemen her ülkede bu alanda araştırmalar yapılmakta, bilimsel toplantılar düzenlenmektedir. Türkiye’de faizsiz sistem ve katılım finans ile ilgili yayın yapan akademik dergiler, yayınlanan kitaplar, görsel ve e-yayın faaliyetleri son yıllarda faizsiz finansın tanınmasına yönelik bilgi paylaşımın sağlamaktadır. Fakat doğru bilgilendirmede henüz işin balındayız. Bu alanda yapılan çalışmalar İslam iktisat sistemin hem Kapitalist, hem de Sosyalist sistemden farklı yönleri ilmi yöntemlerle ortaya konmalı ve kitlelere anlatılmalıdır. Şayet Kapitalist sistem içerisinde kalınarak sadece faizsiz sistem anlatılmaya çalışılır ise, insanlığın bugün karşılaştığı sorunlara kalıcı çözümler ortaya konamaz ve İslami finans yöntemlerinin getirdiği çözümler kapitalist mantıkla beklenen ve verimli uygulamaları gerçekleşemez. Bu tür gayretler tekelleşen finansal kapitalizmin ömrünü uzatır ve tahribatını yaygınlaştırır.  İslam iktisadının dayandığı dünya görüşüne dayalı teorik çalışmalar ile finansal uygulamalar arasındaki açığı azaltacak çalışmalar yoğunlaştırılmalı, teorik ve uygulamaların gerektirdiği yasal düzenlemeler yapılmalı ve gerekli kurumsal düzenlemeler yapılmalı. Cari faizli bankaların lehine işleyen mevcut finansal yapı ile İslami iktisadının temel ilkelerine göre faizsiz finans kurumlarının işlevlerini yerine getirmesi için hak ve adalet eksenli ortaklık hukukuna yasal düzenlemeler yapılmalı ve yeni bir kurumsal yapı tesis edilmelidir. Mevcut kurumsal yapı faizli bankalara göre düzenlenmiştir. Bu yapı içinde faizsiz finans kurumların faizli bankalarla yarışması oldukça güçtür. Bundan dolayı farklı iki istemin yarışması için faizsiz finans kurumlarını kendi ilkelerine göre işlevlerini yerine getirecek yasal ve kurumsal imkanlara kavuşturulması gerekir. Eşit şartların bulunduğu ve yarışan taraflara adil davranıldığı ortamda yarış olur. Bir tarafın desteklendiği ve kamu imkânlarından daha fazla yararlandığı adil olamayan bir ortamda yarış olmaz. Bütün imkanların tekelci sermaye hizmet ettiği bir ortamda insan merkezli ortaklık ekonomisinin anlaşılması güçtür ve zaman alacaktır. Bu durumda tekelci mihraklarının çıkarı için kitlelerin işsiz kalması ve yoksulluğa mahkûm edilmesi ne ile anlatılabilir?

Hocam, kıymetli vaktinizi bizlere ayırdığınız için çok teşekkür ediyoruz.

Ben teşekkür eder, çalışmalarınızda başarılar dilerim.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir