Doç. Dr. Adem Karakaş: Türkiye’nin Dış Ticaretinde Katılım Bankacılığının Potansiyeli
Dünya genelinde son dönem ekonomik faaliyetleri ve piyasaları olumsuz yönde etkileyen küresel ve bölgesel siyasal sorunlara karşın dünya ekonomisinde yükselişin çok hızlı olmasa da devam edeceği öngörülmektedir. Özellikle son dönemde küresel piyasalarda dünya toplam hasılasının yaklaşık üçte birini oluşturan ABD ve Çin arasındaki gerilimler diğer ekonomileri de etkilemektedir. 2018 yılı verilerine göre yaklaşık 21,5 Trilyon Dolar milli hasıla üreten ABD ile 13,4 Trilyon Dolar milli hasıla üreten Çin arasındaki bu çekişmelerin etkisi ile gerilen piyasalar, bu iki ülke ile gerek ham madde ve ara mal ithalat-ihracatı yapan gerekse nihai mal ticareti yapan dünyanın geri kalan ekonomilerinde de belirli oranda etkisini göstermiştir. Maliyetlerin yükselmesi, kurlarda meydana gelen değişmeler ve diğer ticareti kısıtlayıcı kararlar neticesinde sadece iki ülke değil diğer pazarlar da doğrudan yahut dolaylı olarak etkilenmektedir.
Türkiye ekonomisi toplam dünya ticaret hacmi içerisinde belirleyici konumdan uzak olmakla birlikte genişleyen işlem hacmi ile önemli bir piyasa olarak görülmektedir. İhracata bağlı olarak ekonomik büyüme ve kalkınma stratejisi ile Türkiye, son yirmi yılda gösterdiği performansını iyileştirerek uluslararası ticarette daha ileri işlem hacmine ulaşmayı amaçlamaktadır. Son dönem kalkınma planlarında da bu amaca dönük bir zemin oluşturulmuştur. Özellikle 11. Kalkınma Planında daha önceki zeminin üzerine inşa edilen ve artık dış ticarette de yapısal dönüşümü realize etmeyi amaçlayan yaklaşımlar açıkça görülmektedir. 1980’lerin başında yaklaşık 90 ülke ile ticaret ilişkisinde bulunan Türkiye bugün dünyanın tüm ülkeleri ile ticaret ilişkisini sağlamış ve pazar imkanı oluşturmuştur. Bu ticaretin uzun dönemde hem rakamsal olarak hem de yapısal olarak dönüşerek gelişmesine yönelik atılımlar gerçekleşmektedir. Türkiye’nin dış ticaretine detaylı bakıldığında son dönem bölgesel gelişmelerin etkisi görülmektedir. Yakın coğrafya ile olan ticaret hacmi artmakla birlikte yetersiz kalmaktadır. Orta ve uzun vadede bölgesel istikrar sağlandığında bu hacmin çok daha hızlı gelişeceği öngörülmektedir. Özellikle Kuzey Afrika, Orta Doğu ülkeleri, Türk Cumhuriyetleri ve Asya-Pasifik ülkeleri ile (enerji hariç sektörlerde) ticaret fazlası veren bir ülke olarak Türkiye’nin potansiyeli oldukça yüksektir.
Türkiye ekonomisinin artan dış ticaret hacmine bağlı olarak finans ve bankacılık sektörünün de buna bağlı şekilde gelişim göstermesi ve pro-aktif davranması önemlidir. Gelişen ve gelişme potansiyeli olan ülkelerle yapılacak anlaşmalarla yatırım ve ticaret finansmanı sağlanmasına yönelik atılımlar için sağlam bir finansal iş birliği zemini oluşturulmalıdır. Türkiye, bankacılık ve finans sektöründe güvenle ve sağlam zeminde gelişen bir ekonomidir. Yatım ve dış ticaretin finansmanı için imalat sanayi ve reel sektörün bankacılık ve katılım bankacılığı sektörü tarafından desteklenmesi, birlikte iş yapma, katılım ortaklığı ve/veya garantörlük gibi yöntemlerle desteklenmesi önem arz etmektedir. Merkez Bankası 2019 yılı verileri incelendiğinde Türkiye’de bankacılık sektörü güven endeksinin yükseldiği görülmektedir. Finansal hizmetler güven endeksi, iş durumu, hizmetlere olan talep değerleri son dönemde artmaktayken gelecek projeksiyonunda da bu artışın devam edeceği görülmektedir. Benzer şekilde yurt içinde kredi kullanımı, tüketim ve finansman kredilerine yönelik talebin küresel piyasalardaki belirsizliklere rağmen artış trendinde olduğu görülmektedir. Yine, Merkez Bankası yatırım eğilimi verilerinde, istatistiklerin önceki dönemlere göre artış trendinde olduğu öne çıkmaktadır.
Küresel piyasalardaki göreli istikrarsızlara rağmen Türkiye ekonomisi bölgesinde ve yakın coğrafyada önemli bir ticaret ortağıdır. Bu reel durum katılım bankacılığı alanında da önemli hamle alanları oluşturma potansiyeli taşımaktadır. Özellikle 11. Kalkınma Planında öncelikli sektör olarak belirlenen kimya, ilaç ve tıbbi cihaz, makine-elektronik teçhizat, otomotiv ve raylı sistemler bulunurken yine planda tarım, savunma sanayi ve turizm sektörleri öncelikli gelişme alanları olarak belirlenmiştir. Dolayısıyla yatırım ve teşvik sistemine entegre olarak bu alanlara yönelik projelerin derinleştirilmesi gerekmektedir. Bununla birlikte Merkez Bankası tarafından açıklanan Güz Dönemi Yatırım Eğilimi İstatistiklerine bakıldığında imalat sanayinin 2020 yılından itibaren yeni bir atılıma girişeceği öngörülmektedir. Bilindiği üzere Türkiye’de imalat sanayi sektörleri üretim ekonomisinin yüzde 90’ı düzeyinde bir kapsama alanına sahipken aynı şekilde istihdamın da ağırlığını üstlenmiş durumdadır. 2020 yılı için beklenti, imalat sanayi genelinde yatırımların daha çok yıpranmış tesis ve ekipmanların değiştirilmesine yönelik olacağı, onu sırasıyla üretimde verimliliğin artırılması, üretim kapasitesinin artırılması ve diğer yatırım hedeflerinin izleyeceği öngörülmektedir. Oransal olarak bakıldığında 2020 yılı geneli için yıpranmış tesis ve ekipmanların değiştirilmesi için yapılacak bürüt yatırım harcamasının 2019 yılına oranla yüzde 31.4, üretim kapasitesinin artırılması için yapılacak bürüt harcamaların yüzde 20.1, üretimde verimliliğin artırılmasına yönelik bürüt harcamaların yüzde 29.7 ve diğer yatırım hedeflerinin yüzde 18.8 oranında artırılması hedeflenmektedir.
Türkiye ekonomisinin uzun süredir orta gelir tuzağında yer alıyor olması ve Kalkınma Planı başta olmak üzere tüm ekonomik düzenlemelerde artık bu barajın aşılmasının zamanının geldiği düşüncesinin hakim olduğu anlaşılmaktadır. Reel sektördeki bu değişimin en etkin destekleyici unsuru yerli finansman kaynağı kullanılmasıdır. Dolayısıyla, her ne kadar yabancı yatırım ve sermaye girişi birçok açıdan ekonomiye katkı sağlıyor olsa da bu gelişimin içerisinde yerli sermaye desteği de önem arz etmektedir. Beklenen gelişmenin finans ve sermaye piyasasını da baştan itibaren geliştirici etkisinin olması daha rasyonel görünmektedir. Buradan hareketle, finans sektörünün içerisinde her geçen gün artan güçlü sermaye yapısıyla Katılım Bankacılığı aktörlerinin faal olarak yer alması gerekmektedir. Sadece finansal destek sağlayarak yapılacak katkıdan çok daha fazlası; şirket ortaklığı, konsorsiyum ortaklığı ve benzeri diğer şekillerde doğrudan aktör olmayı tercih etmek, riski azaltıp daha yüksek geliri paylaşmak daha etkin bir hamle olarak düşünülmektedir.
Katılım Bankacılığının Türkiye’de hızlı geliştiği bir dönemde sağlıklı büyüme hamlelerinin yapılabilmesinin şartlarından biri olarak reel sektör için önemli bir paydaş olma gerekliliğinin yanı sıra uluslararası ticarette de aktif rol alınması gerekliliğidir. Bu durum, uluslararası ticarette garantör ve muhabir bankacılık faaliyetleri ile birlikte kurumsal ortaklı faaliyetleri şeklinde de sürdürülebilir. Bu durumda iletişim ve aktarma sisteminde güven ve hız artışı sağlanmış olmaktadır.
Türkiye’de finans sektöründe faaliyet gösteren toplam 47 banka ve 6 katılım bankası faaliyet göstermektedir. 3 adet kamu sermayeli, 9 adet özel sermayeli, 16 adet Türkiye’de kurulmuş yabancı sermaye ortaklı, 5 adet Türkiye’de şube açan yabancı sermayeli ve 1 adet TMSF’de bulunan 34 mevduat bankası ile kamu, özel ve yabancı sermayeli toplam 13 adet yatırım bankası faaliyet göstermektedir. Tüm bankaların yurt içindeki toplam şube sayısı 10 bin 196 iken yurt dışında ise sadece 70 mevduat bankası şubesi faaliyet göstermektedir. Katılım bankalarının toplam şube sayısı 1.171 adettir ve bu kurumların Mannheim (Almanya), Bağdat (Irak), Manama (Bahreyn) ve Erbil (Kuzey Irak) şubeleri gibi oldukça azdır. Türkiye’nin çok uzun yıllardır dış ticaretinde ülke bazında ön sıralarda olan Almanya ve Irak başta olmak üzere, son dönemde ticaret hacmi artmakta olan ülkelere ve özellikle Kuzey Afrika, Orta Doğu ve Kafkasya-Orta Asya bölgelerinde hizmet ağını genişletmeleri gerekmektedir.
Doç. Dr. Adem KARAKAŞ
Aydın Adnan Menderes Üniversitesi
Söke İşletme Fakültesi