Doç. Dr. Hayati Yılmaz ile Özel Röportaj
Sakarya Üniversitesi Hadis Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Hayati Yılmaz hocamızla, muhabirimiz Rabia Bulut’un takipçilerimiz için gerçekleştirdiği röportajı istifadenize sunarız…
Hocam, hadis nedir? Sorusuyla başlayalım. Bize hadisi ve hadislerin kayıt altına alınması sürecini bu dönemde çıkan zorlukları, ilk kayıtları alanların nasıl bir yöntem izlediklerini ve Kütüb-i Sitte imamlarına kadar olan süreçte yaşananları anlatır mısınız?
Hadis’in tanımını yaparak başlayalım. Hadis, Peygamber efendimiz (s.a.v.)’in hayatına ve peygamberliğine dair bilgilerin bize “nakledilen” ifadeleridir. Tabii sünnet kavramını da bilmemiz gerekiyor. Sünnet ise, Peygamber efendimizin peygamberlik hayatı boyunca yaşadığı hayata biz bütünüyle sünnet diyoruz. Hadis açısından bakılırsa, Hz. Peygambere ait olan her türlü bilgi sünnet çerçevesinde değerlendirilir. Hadis ise Hz. Peygamberin sünnetine dâhil bilgilerin, başta sahabiler olmak üzere sonraki nesillere aktarılan biçimleridir. Yani hadis bize neyin sünnet olduğunu gösteren bilgidir. Dolayısıyla burada hadis ve sünneti eş anlamlı düşünmemelidir.
Hadisler; bize sünneti bildiren kayıtlar, rivayetlerdir. Biz bir hadise bakarak bazen bir sünnetin ne olduğunu öğrenebiliriz. Bazen de öğrenemeyiz. Sünneti öğrenebilmek için, o konudaki hadislerin tamamını görmemiz, incelememiz gerekebilir. Bugün için bir örnek verecek olursam; Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyuruyor ki, “Ümmetime zorluk vermeyeceğimi bilseydim, her namaza hazırlandıklarında dişlerinifırçalamalarını emrederdim”. Biz bu hadisi her yerden okuyabiliriz. Yaptığımız şey bir hadis okumaktır. Hadisi okumakla sünnete uymuş olmayız. Peki, sünnete uymak ne demek? Okuduğumuz hadisin gereğini yerine getirmektir. Konuyla ilgili rivayetler ise bize hadisleri vermektedir. Aralarındaki ilişki çok önemli. Çünkü hadisler olmasaydı biz neyin sünnette olup olmadığını bilemezdik. Kendi kafamızdan bu sünnet olabilir diye bir cümle kullanamayız. Bir konuda hadis var ise onun sünnette olduğunu biliriz. Hadis yok ise, sünnete uygun bir davranış olsa bile Peygamber Efendimiz böyle yaptı diyemeyiz. Bu noktayı gözden kaçırınca uydurma hadisler devreye giriyor. Yani insanlar kendilerince doğru kabul ettikleri, uygun gördükleri, Kur’an’a uygun zannettikleri her türlü bilgiyi hadis formu altında Peygamberimize nispet ediyorlar. Bu doğru değildir. Kesinlikle haram bir şeydir. Dolayısıyla hadis çerçevesi içinde “sahih/makbul hadis” olanlarını kullanmak durumundayız. Bunun dışındaki diğer çok zayıf ve uydurma rivayetler İslam’da bir değer ifade etmezler. Biz bunları hadis diye paylaşamaz ve nakledemeyiz. Hadis ve sünnet kavramlarını böylece açıklamış olayım.
Şimdi de hadisin Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’den itibaren bize kadar nasıl ulaştığına bakalım. Peygamber Efendimizin Peygamberliğiyle beraber hadis tarihinin başladığını söyleyebiliriz. Neden? Peygamber Efendimiz bir şeyler yapmaya, bir şeyler söylemeye, insanları eğitmeye ve aldığı vahiyleri tebliğ etmeye başlayınca sünnet başlamış oluyor. Ashab-ı Kiram Efendilerimiz de (Allah cümlesinden razı olsun) Peygamberimizden doğrudan duyduklarını, duymayanlara daha kendisi hayattayken nakletmeye başladıkları için hadis rivayeti de bir anlamda başlamış oluyor. Bu noktada sahabe neslini hayırla yâd etmemiz ve kendilerine minnet borçlu olduğumuzu unutmamamız gerekiyor.
Peygamberimiz de sahabesinin kendi sünnetini öğrenebilmesi için tedbirler almıştır. Dersler, sohbetler, hutbeler ve anlattığı konuları en az üçer kere tekrarlaması gibi birçok tedbir aldığını görüyoruz. Sahabiler ise, kendilerinden sonra gelen nesle, “Tâbiûn” dediğimiz insanlara aktardılar. Onlar hadis ilminin kurucuları sayılabilirler. Sahabeyi kurucu saymıyoruz. Çünkü onlar bu işi bir ilim olarak değil daha çok bir vazife olarak gerçekleştiriyorlardı. Tâbiûn nesli ise bilimsel yöntemlerini bizzat kendileri oluşturmuşlardır. Bu yönüyle onlar da çok önemli bir nesil olarak kabul edilmelidir.
Hadis konusunu biz aslında dört kategoride ele alıyoruz. Bunlar hadisin geçirdiği aşamaları, temel dönemleri ifade ediyor. Bu dönemler sırasıyla;
Tespit dönemi hadislerin öğrenilmesi aşamasıdır. Burası başta sahabe olmak üzere, Peygamber Efendimizden hadisleri öğrenildiği dönemdir. Peygamberimizin vefatından sonra ise genç sahabilerin Peygamber Efendimizden duymadıkları hadisleri, kendilerinden önce bu konuları bilen sahabilere müracaat ederek, kapı kapı dolaşarak yaşlı sahabilerdenöğrendiklerini biliyoruz. Bu aşamada tâbiler hadisleri Peygamber Efendimizden ya da sahabilerden öğrenmek suretiyle tespit etmiş oluyorlar.
Burada diğer bir önemli konuya da temas etmek istiyorum. Hadislerin yazılması da sahabe döneminde başlamıştır. Hatta Peygamber Efendimiz zamanında başlamıştır. Yani çok yaygın bir algı oluşturulmaya çalışılıyor. Peygamber efendimizden iki asır sonra, Kütüb-i Sitte’nin yazıldığı hicrî 250’li 300’lü yıllarda yazıldı diye. Ondan önce şifahen nakledildiği gibi söylemler dile getiriliyor. Bunlar bu konuyu bilmeyenlerin ya da art niyetli insanların söyleyebileceği iddialardan ibarettir. Peygamber Efendimizin sağlığındayken hadisleri yazan sahabiler vardır. Bunlar tabi bireysel çalışmalardır. Bazı sahabiler Peygamber Efendimizden izin alarak hadisleri yazmışlardır. Peygamber Efendimizin hadislerin yazılmasını yasakladığına dair rivayetler de,yazmayın dediği de vardır. Ama bunun sebebini, kime yönelik olduğunu, tahkik ettiğimizde mesele gayet açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Yani hiç kimse yazmasın demiyor Peygamber Efendimiz. Kur’an vahyi yazılmaktaydı. Vahiy kâtipleri Kuran’ı yazıyorlardı. Yazı malzemesi çok kıttı. Yazı çok gelişmiş değildi. Okunması güç bir yazı vardı. O gün ezber gücü daha güvenilir bir nakil vasıtasıydı. İnsanlar güçlü hafızalarıyla duydukları her şeyi nakledebiliyorlardı. Bugün tabi hafızayı zayıflatan o kadar çok şey var ki, kendi hafızamıza bakarak o günkü insanların da bizim gibi olduğunu zannediyoruz. O dönemlerde insanlar hafızaya daha önem verdikleri için, yazı da yetersiz kaldığı için her şeyin yazılmaması çok doğal karşılanmalıdır.
Hadis yazan sahabilerin sayısının 20’den fazla olduğunu biliyoruz. Bunlar o dönemde işin başladığını, yazmanın bütünüyle yasaklanmadığını görmek bakımından oldukça önemlidir. Abdullah ibn Amr (ra) Peygamber Efendimizden duyduğu her şeyi yazan bir sahabi olarak öne çıkıyor. Bu konuda da Hz. Peygamber’den açık bir izin almıştı. Peygamberimiz, hadislerinin yazılmasında bir sakınca olmadığını ifade etmişti.
Peygamber Efendimizin vefatından sonra İslam coğrafyası genişlemesi türlü problemleri de getirmiştir. İnsanlar Peygamber Efendimizin ne yaptığını, neler söylediğini merak ettiler ve öğrenmek istediler. Dolayısıyla bir ihtiyaç ortaya çıktı. Bu ihtiyaçtan sonra da hadisleri aslına uygun bir şekilde, Peygamberimiz’e aidiyetini tespit etmek suretiyle nakledilmesi ihtiyacı duyuldu. Öncesinde bu doğal bir bilgi aktarımıyken daha sonra ilmi bir disiplin haline gelmiş oldu. İşte bu noktada Tâbiûn neslinin gayretlerini görmemiz ve haklarını takdir etmemiz gerekiyor. Çünkü güvenilir bir bilginin nasıl elde edilmesi gerektiğini ve bunun sonraki nesillere yine doğru ve güvenilir şekilde nakledilmesi gerektiğinin ilk ilmi kriterlerini onlar belirlemiş oldular. Sahabe döneminde hadislerin güvenirliği tamdı. Güvenilir insanlar oldukları için delil istenmiyordu. Güvensizlik, güvenprobleminin yaşanıldığı noktalarda, (mesela Hz. Osman döneminde) siyasi kargaşa ortamında başlamıştı. O dönemlerde artık insanlar daha başka güven unsurları aramaya başladılar. Kimden, nasıl duyulduğu, şahidi olup olmadığı gibi bir takım kriterlerle rivayetler desteklenmeye başladı. Bu da daha sonraki zamanlarda hadisi nakleden kişinin, (bunlara “Ravi” deniliyor) güvenirlik kriterlerininbelirlenmesine zemin hazırladı.
Tedvin kelimesi “divan” kelimesinden gelmektedir. Divan ise kitap anlamına gelmektedir. Yani tedvine Divanlaştırmada diyebiliriz. Ne anlama geliyor peki? Daha önce hafızalardan ezberden nakledilen tüm rivayetlerin yazıya geçirildiği dönemin adıdır. Hicri birinci asır bitmeden tedvin dönemi başlamıştır. Bu konuda Ömer bin Abdülaziz’in bu işi bir devlet projesi olarak geliştirdiğini ve yaydığını söyleyebiliriz. Kendisinden daha önce bu konuda faaliyetler başlamış olsa da, Ömer bin Abdülaziz’in bunu tüm islam dünyasına yayacak şekilde ve resmi bir politika olarak sürdürmesi çok önemli bir dönüm noktasıdır. Ömer bin Abdülaziz Hicri 99 yılında Halife olmuştur. 2 yıl kadar halifeliği sürmüştür. Onun döneminde tedvin faaliyeti tüm islam coğrafyasını kuşatacak şekilde genişlemişti. Bu noktada önemli bir ölçüt belirlendi. Senet uygulaması yapıldı. Nedir bu senet uygulaması? Hadisi rivayet eden ravilerin isim zinciridir. Yani hadisi aldıkları kişi, hadisin senedini verebiliyorsa öyle kayda geçirilirdi. Ama senedini veremediyse o hadisi yazmadılar. Tedvin döneminde senet, hadisin ayrılmaz bir parçası olmuştur.
Hadislerin bu şekilde yazıya geçirilmesi, tedvin dönemi aşağı yukarı Hicri 150’li yıllara kadar devam etti diyebiliriz. Bu dönemde çok önemli bir isim İbn Şihab ez-Zührî’dir. O da tedvin konusunda yoğun gayretleriyle hadis tarihine adını yazdırmış çok değerli bir islam âlimidir. (Allah emeği geçen hepsinden razı olsun)
Tedvin döneminde hadisler karışık halde yazılmıştı. Herhangi bir tasnif yapılmamış, kategorileşmemişti. Çünkü o dönemdeönemli olan, hadisleri kurtarmaktı. Amaç; hadisi bilen insanlar vefat etmeden, hadisler unutulmadan kayıt altına almaktı. Tedvin döneminde karışık şekilde, konu ayrılmaksızın yazma faaliyeti yürütülmüştü. Tasnif döneminde ise, aranan hadisin bulunmasının kolaylaşması için çeşitli tasnif yöntemleri geliştirildi ve kitaplar oluşturuldu. Bu dönem ise, Hicri 150’li yıllardan sonra başlamıştır. Bugün günümüze ulaşan en eski tasnif kitabı, Ma’mer b. Râşid’in “el-Câmi”dir. Dolayısıyla hadisleri ilk toplayan Buhâri’dir, Müslim’dir gibi iddialar asılsız iddialardır. Tasnifin en değerli çalışmaları Hicri 3. asırda yani 250’li 300’lü yıllarda vefat etmiş olan hadis âlimleri tarafından yazılan kitaplarda kendini gösteriyor. Bundan önce günümüze ulaşan ve çok değerli hadis külliyatımızı oluşturan, mesela İmam-ı Mâlik’in el-Muvatta’ isimli eseri elimizde ve daha önceden yazılmış bir hadis ve fıkıh kitabıdır.
İmam-ı Buhari ile başlayan ve İmam-ı Nesâî ile biten, bu aralıktaki önde gelen hadis âlimlerinden altısının yazdığı hadis kitabı, sonraki dönemlerde “Kütüb-i Sitte” olarak anılmaya layık görülerek kabul edilmiştir. İşte bu kitaplar Tasnif Döneminin en önemli eserleri olarak ortaya çıkmışlardır. Ve hâlâ da temel hadis kitapları olarak kullanmaya devam ediyoruz. Kütüb-i Sitte kitapları hadislerin ilk yazıldığı kitaplar değildirler. Hadis yazım sürecinin sonunda ortaya çıkan, rüşdünü ispatlamış kitaplar olarak kendini göstermektedir.
Hadisler konusunda daha özel çalışmaların yapıldığı bir dönemdir ki bizde o dönemin içerisindeyiz. Bugün bizler akademik anlamda hadis çalışmaları yaptığımızda hâlâ tehzipdönemine dair çalışmalar yapıyoruz demektir.
Kütüb-i Sitte nasıl meydana gelmiştir? Bu altı kitabın tarihsel süreçteki yerlerini, nasıl yazıldıklarını, hadislerin nasıl değerlendirildiğini ve sonrasında ne zaman Kütüb-Sitte olarak anılmaya başlandıklarını anlatır mısınız?
Kütüb–i Sitte dediğimiz kitaplar, adı üstünde, altı kitaptan oluşmaktadır. İki adet Câmi’i denilen kitaplar, dört adet deSünen denilen kitaplardır. Bu isimler hadis ilminde özel kitap tasnif türünün adlarıdır. Câmi’i, her konuda hadis ihtiva eden kitap demektir. Sünen ise sadece fıkhi, hukuki yani ahkâm ile ilgili hadisleri toplayan kitaplar demektir.
Câmi’i kitapların müellifleri, İmam-i Buhari ve İmam-ı Müslim’dir. Yani biz bu iki kitabı ‘el-Câmiʿu’s–sahîh’ adıyla biliyoruz. Bu kitapların müellifleri kitaplarını yazarken sahih olmayan hadisleri kitaplarına koymamaları şartını benimsemişlerdir. Yazdıkları kitap sahih kitaplardır. Yani içindeki hadisler Buhari’ye ve Müslim’e göre sahih hadislerden oluşmaktadır.
Diğer 4 kitap ise Ebû Dâvûd’un, Tirmizî’nin, Nesâî’nin ve İbnMâce’nin Sünen kitaplarıdır. Bunlar Buhari gibi sadece sahih hadisleri almayı prensip edinen kitaplar değillerdir. Bunlar içerisinde hasen ve bazı zayıf hadislerde bulunabilir. Tabii bu terimleri de bilmek gerekiyor. Bir hadisin zayıf olması, o hadisin hiç işe yaramaması anlamına gelmez.
Şu nokta da çok önemli. Bu kitaplar yazıldıkları dönemde Kütüb-i Sitte adıyla ortaya çıkmadılar. Buhari yazdı, Müslim yazdı diğerleri yazdılar; kenara koydular. Onlar “bizim yazdığımız bu kitap, dünyanın en iyi hadis kitabıdır” diye bir iddiada bulunmadılar. Ama bu âlimlerin vefatından sonra gelen âlimlerimiz bu hadis kaynaklarını değerlendirdiler ve bu kitapların diğerlerine nisbetle çok daha iyi olduğuna kanaat getirdiler. Neticede ulemanın fikir birliği içerisinde bu altı hadis kitabı sonradan öne çıkmıştır. Bunun dışında ilk oluşan kavram Kütüb-i Hamse (5 kitap) kavramıdır. Buhari’nin vefatından yaklaşık 100 sene sonra, hadis âlimi olan İbnü’s-Seken’e hangi hadis kitaplarını okuyalım diye sorulduğunda bu beş kitabı okuyun diyordu. Bakıyorlar ki daha fazla hadis kitabı olmasına rağmen bu beş kitap öne çıkıyor ve insanlar birbirlerine tavsiye ediyorlar. Tabi kendileri vefat ettikten 100 sene sonra bu anlayış öne çıkmıştır. Daha sonraki gelen süreçte İbn Mâce de dâhil edilmiştir. Dolayısıyla bu temel hadis külliyatlarımızın öne çıkması hemen yazılır yazılmaz olan bir durum değildir. Ulemanın tarih boyunca yaptıkları araştırma ve inceleme sonucunda kabul gören bir algıdır.
İmam Malik’in ve Ahmed bin Hanbel’in eserleri neden Kütüb-i Sitte isimli 6 kitap arasına girememiştir? Kütüb-i Sitte’deki kitapların öne çıkıp bu şekilde anılmalarının nedeni nedir?
Bu sorulara dair cevapların bir kısmını söyledim sanıyorum. İmam Mâlik’in el-Muvatta’ isimli eseri, tasnif döneminin ilk eserlerindendir. Kütüb–i Sitte’den daha önce yazılmıştır. İmam Mâlik bu kitabı yazarken Hicaz bölgesindeki âlimlerin bildiği hadislerden oluşturmuştur. Alan olarak dar bir çevredeki hadisleri toplamıştır. Bir de Muvatta’ sadece bir hadis kitabı değildir. İmam Malik bu kitapta konuyla ilgili hadisleri rivayet ettikten sonra kendi şahsi içtihatlarını, diğer âlimlerin görüşlerini, fetvalarını da vermektedir. Hadis– fıkıh kitabı olarak yazılmıştır. Bu yönüyle bakıldığında diğer hadis kitaplarının dışında kalmaktadır. Diğer sebebi ise, Muvatta’dageçen hadislerin tamamı Kütüb–i Sitte’deki kitapların içerisinde mevcuttur. O dönemde de Muvatta’nın altıncı kitap olmasını savunanlar var. Ama neticede geçerli sebeplerden dolayı dâhil edilmemiştir.
Ahmet bin Hanbel’in Müsned’i ise, ale’r-ricâl (sahabilerinadlarına göre) dediğimiz tasnif türüne aittir. Kütüb–i Sitte kitapları ise ale’l-ebvâb (konulu) hadis kitaplarıdır. Bu yönüyle aranılan hadisi onda bulmak kolay olmamaktadır. Ahmet bin Hanbel’in kitabı daha çok arşiv kitabı niteliğinde olmuştur. Kullanım zorluğu nedeniyle dâhil etmemek daha uygun görülmüştür.
Hadislerin içine kötü niyetle çok sayıda eklemeler yapıldığı ve bu tip yalan hadislerin varlığından dolayı birçok insanın tüm hadislerden uzak durma eğiliminde olduklarını görüyoruz. Hadislerin sahihliği nasıl ispatlanır? Nasıl değerlendirmelere tabi tutulurlar? Sahih Hadislerin üzerine gölge düşüren yalan hadisler hakkında neler yapılmalı, özellikle ilmi bilgisi az olan insanları hadislerden tamamen uzaklaştıran bu konunun çözümü için kimler hangi aksiyonları almalıdır?
Öncelikle şunu bilmemiz lazım. Hadisler çok değerlidir. İslamın kaynaklarından birisi olarak hadisleri çok önemsemeli ve asla ihmal etmemeliyiz. Bu öneminden dolayıdır ki tarih boyunca hadislerin değerinden istifade etmek isteyen istismarcı insanlar çıkmışlardır. Şöyle açıklayalım. Değerli şeylerin sahtesi yapılır. Örneğin, bir tenekenin sahtesini kimse yapmaz ama altının sahtesini yaparlar. Şunu net bir şekilde söyleyebiliriz ki, hadislerin uydurulması gerçekte hadislerin değerlerini ortaya koyan bir delildir. Neden sahtesi yapılmış? Orijinali çok değerli olduğu için. Oonun bu değerinden istifade etmek isteyen sahtekârlar, hadis üretmişlerdir. Buna bakarak ortalıkta bazı mevzû hadisler (uydurma hadisler) dolaşıyor diye sahih hadislerin değerini önemsizleştirmek yahut bu hadisleri yok saymak saçmalıktan başka bir şey değildir. Aynı örnekten devam edecek olursak, sahte altınlar var diye insanlar altın kullanmayı bırakmıyorlar. Hadis içinde uydurma hadisler var diye hadislerin hepsine güvenilmez demek çok ucuz bir yaklaşımdır. Altına, paraya verdiğin değeri dinine vermiyorsa, bu sadece o kişinin zafiyetini gösterir, hadislerin zafiyetini değil.
Peki, insanlar neden hadis uydurmuşlar? Çeşitli sebepleri vardır. Bu konuda Yaşar Kandemir hocamızın Mevzû Hadisler adıyla hazırladığı kitabını inceleyebilirseniz yeterli bilgiye ulaşırsınız. Diyanet İslam Ansiklopedisi’nin ilgili maddelerini okumak da temel bilgilere ulaşmamızı sağlayacaktır. İnsanlar İslam düşmanlığından, İslam’ı kötü göstermek amacından tutunda İslam’a hizmet etme, İslam’ı yayma, insanlara İslam’ı güzel gösterme amacıyla olumlu, pozitif sayılabilecek amaçla da hadis uydurabilmişlerdir. Ve uydurulan hadislerin çoğu ne yazık ki bu kabildendir. Bugün WhatsApp gruplarında dolaşan hadislerin yüzde 99’u uydurmadır. O kadar yaygındır. Çünkü insanlar teşvik ediyorlardır. Mesela Ramazan geldi, helalleşin. Peygamberimizin doğduğunu kim kime haber verirse işte şu kadar sevap kazanacaktır. Yok, tabi ki de böyle hadisler. Günümüzde öyle hadisler dolaşıyor ki, taze üretilmişlerdir. Eskiden âlimlerimiz uydurma hadisleri de toplayan kitaplar yazmışlardır. Niye? Hadis diye dolaşan bu sözlere dikkat edin, bunların hadis olmadığını bilin diye. Bugün dolaşan hadislere baktığımızda uydurma hadisleri toplayan kitaplarda bile yoktur. Çünkü artık taze uydurulmuş hadisler dolaşıyor. Sosyal medya da buna çanak tutuyor. Çok dikkatli olmamız lazımdır. Size hadis diye biri bir söz yollamışsa, eğer onun hadis olduğunu bilmiyorsanız, emin değilseniz asla paylaşamazsınız. Hadis olduğundan eminseniz paylaşın, değilseniz ya araştıracaksınız yahut paylaşmayacaksınız.
Uydurma konusunda eskiden âlimler, Râvi’leri araştırmışlardır. Onun yalancı güvenilmez birisi olduğunu tespit etmişlerse, o kanaldan gelen rivayetleri kabul etmemişlerdir. Sonra konuları itibariyle, dönemleri itibariyle birçok rivayet uydurma olup olmadığı denetlenmiştir. Yani tarihi bilgilere aykırı olup olmaması, Kur’an-ı Kerim’e aykırı olup olmaması gibi kriterlerden geçirilerek denetlenmiştir.
Özet olarak şöyle söyleyelim. Uydurma hadislerin varlığı, Sahih hadislerin değerini düşüren bir şey değildir. Aksine hadislerin değerli olduğunu gösterir.
Şia’da hadis hakkında biraz bilgi verir misiniz? Bizdeki Kütüb-i Sitte gibi genel kabul gören eserleri, hadis imamları var mıdır? Şia’da da hadisin yeri bizdeki kadar güçlü müdür? Ameli mezheplerini, hukuk kurallarını ne kadar etkilemiştir?
Şia konusu bizim dünyamızdan ayrı bir dünyadır. İlk olarak bunu söyleyelim. İslam ümmetinin omurgası, Ehl-i sünnet’tir. Şia dediğimiz kesim ise islam dünyası nüfusunun yüzde 10-yüzde12’lik kısmını kapsar. Şia’da hadis konusu, ehl-i sünnetteki hadis konusundan oldukça farklıdır. Tamamen farklıdır bile diyebiliriz. Hem hadis tarihi bakımından hem de hadisleri değerIendirmedeki kriterleri bakımından ehl-i sünnetten farklıdır. Öncelikle Şia’nın da kendi içinde bir takım grupları vardır. Onlar arasında da hadislere yaklaşımları farklı olanlar vardır. Mesela Zeydîler vardır. Zeydîlerin hadis anlayışı ehl-i sünnete oldukça yakındır. Bugün Şia dediğimizde daha çok İran ve Irak bölgesinde yaşayan İsnâ Aşeriyye (On iki imamcı) grubu ifade ediyoruz. Çünkü büyük bir nüfus onlarda vardır. Onlar da İmâmiyye olarak tanınıyorlar. Peygamber efendimizden sonra Hz. Ali ile başlayan ve on ikinci İmam Muhammed’e –ki bugün Gaybûbetü’l-kübrâ’da olduğu ifade edilen ve kıyamete yakın tekrar ortaya çıkacağı bekleniyor– kadar gelen imamlara inanan gruptur.
Şia’nın öncelikle sahabeye bakışı oldukça problemlidir. Çünkü Peygamber Efendimizin vefatından sonra dört beş sahabe dışında bütün sahabenin İslam’dan irtidad (dinden çıkma) ettiğini söylerler. Çok ciddi bir iddiadır bu. Yani sahabe ki, biz onları kendilerinden hadisi öğrendiğimiz ve bizlere kadar ulaştıranların ilk nesli, en değerli insanlar olarak kabul ediyoruz. Şia ise, kendilerine göre makbul görünen dört beş sahabe dışında hepsinin dinden çıktığını ve küfre düştüğünü, dolayısıyla onlardan gelen rivayetlerin kabul edilemeyeceğini iddia ediyorlar. Böyle olunca bugün bizim o sahabilerden geldiğini kabul ettiğimiz hadislerin tamamı Şia’ya göre hadis olmaktan çıkmıştır. Kaynak olarak bunu kabul etmiyorlar. Sahabeden sadece kendilerinin kabul ettiği, Hz Ali başta olmak üzere, Ebû Zer, Selman-ı Farisî, Ammargibi birkaç sahabenin rivayetlerini kabul ederler. Onun dışındaki tüm sahabileri reddederler. Öyle olunca da bizim kullandığımız külliyatın, önemli bir kısmı Şia’da yok sayılmaktadır.
Peki, Şia’daki hadisi neler oluşturuyor? Şia’da imamlar bir çeşit Peygamberliğin devamı gibi kabul edildiği için onlar da vahiy almaktadırlar. Ve imamların sözleri de hadis değerindedir diye kabul edilir. Gelen on bir imamın sözleri hadis değerini kazanmış olmaktadır. Onların, bizdeki Kütüb–iSitte’ye karşılık Kütüb–i Erbaa dedikleri dört temel kitapları vardır. Bu kitaplarındaki rivayetler Şia’nın hadislerini oluşturmaktadırlar. Bunlar; İmam-ı Küleynî’nin el–Kâfi’si,Şeyh Saduk diye bilinen âlimin Men Lā Yahḍuruhu’l-faqîh’i, Ebû Ca‘fer et-Tûsî’nin Tehzîbü’l-ahkâm’ı ve el-İstibsâr’dır. Bu kitaplar Şia’da dört temel hadis kitabını oluşturuyor. Ama bunlar da büyük oranda imamların sözlerinden oluşmaktadır. Bir de Şia’da bilinen bir rivayet kitabı olan, Şerif er-Radî’ninNehсü’l–Belâga adlı kitap vardır. Bu kitap da büyük oranda Hz. Ali’nin sözlerinden oluşan bir kitaptır. Kütüb–i Erbaa’nın dışında önemli beşinci kitap kabul edilir. Şia’da kendi fıkhi çalışmalarında kaynak olarak bu kitaplardaki hadisleri kullanıyorlar.
Malumunuz İslam İktisadı ile için hadisler son derece önemli. Sizce iktisadi meseleler için hadis eğitimi alması gereken öğrencilere özellikle hangi eserler okutulmalı, nasıl bir ders programı hazırlanmalı, nelere önem verilmeli?
Öncelikle şunu söyleyeyim. İktisat alanında bir çalışmam bulunmadığı için bu konuda daha iyi yardımcı olacak hocalarımız vardır. Ben kısaca bir şeyler söyleyeyim bu soruyla alakalı.
Hadis kitaplarımızda iktisat konusunu ele alan çok sayıda rivayet vardır. Dolayısıyla iktisat konusunda bir çalışma yapacak olan arkadaşımız hadis külliyatını baştan sona bu gözle yani iktisatçı gözüyle okusa, mesela namazla alakalı bir hadisin bir parçasında, belki de oruçla ilgili kısmında iktisadi bir yön bulabilir. Kur’an-ı Kerim ’i de iktisatçı gözüyle okusanız ayetlerden, başka zamanda, bir başkasının fark edemediği iktisadi bir takım sonuçlar çıkarabilirsiniz. Hangi gözle baktığınıza göre değişir bu. Dolayısıyla bütün hadis kitaplarımızda iktisatçı gözüyle okuduğumuzda tespit edilecek çok önemli bilgileri bulmak mümkündür. Bütün hadis kitaplarını taramakta fayda vardır.
Özel olarak ise, başta akitler konusu akla gelmektedir. Hadis kitaplarında özel olarak bunları ele alan alanlar vardır. Mesela, Kitabu’l-buyu‘ ; alışverişle ilgili hadisleri içerir. Kitâbu’l-musâkât, Kitabu’l müzaraa, kitâbu’l-libâs, Eşribe, Eṭʿime gibi bölümlerde yani hayatın içinde olan bölümlerin ele alındığı yerlerde konuyla alakalı birçok rivayet bir arada bulunur. Bu bölümlerin mütalaa edilmesi uygun olabilir.
Bu konuda yapılmış özel çalışmalara da bakılabilir. Daha önceki akademisyenlerin, âlimlerin İslam’da İktisat, Hadiste iktisat konulu çalışmalarına bakılabilir. Ülkemizde Sabahattin Zaim hocamızın İslam İktisadı konusundaki çalışmalarında, konunun hadis boyutuyla ilgili taraflarına değinmişlerdir. Yine Ahmet Tabakoğlu hocamızın kitaplarına, Pakistanlı bir âlim olan Muhammed Ekrem Han’ın İslam Ekonomisinin Temel Meseleleri adıyla tercüme edilen kitabına ve The Economic Teachings of Prophet Muhammad (Hz. Peygamberin Ekonomik Öğretileri) kitabına da müracaat edilebilir. Bu arada kendi doktora tezimde, Toplumsal Dönüşümde Sünnet konusunu ele almıştım. Hz. Peygamberin cahiliye AraplarınıMüslüman bir topluma dönüştürürken hangi açılardan onları eğittini, yönlendirdiğini ele almıştım. Söz konusu değindiğim başlıklardan birisi de ekonomiydi. Hz. Peygamberin bazı alışverişleri yasaklamıştır. Bazı alışverişleri onaylıyor. Dolayısıyla insanların ekonomik hayatlarına da bir şekilde yön vermiş oluyor. Ben de kısaca tezimde bu konuya değinmiştim.
Bize alanınızla alakalı temel bilgileri edinmek isteyen öğrenciler adına 5 eser ismi verir misiniz?
Hadis bilimi çok önemli bir bilimdir. Dolayısıyla her Müslümanın en azından genel kültür seviyesinde bile olsa hadis ilmine dair bir şeyler bilmesi gerekir. Temel meselelerini, kavramlarını bilmek durumundayız. İlmihal gibi düşünelim, namazımızı orucumuzu nasıl biliyorsak mademki Müslümanız Peygamber Efendimiz kimdir? Bize hadis bırakmıştır; bu hadislerden nasıl istifade etmeliyiz gibi soruların cevabına ve hadis temel hadis bilgisine ve kültürüne sahip olmalıyız. Nispeten hadis alanında kendisini yetiştirmek isteyenlere şu kitaplar tavsiyemdir;
Başlangıç olarak; Ensar Yayınlarının İslamî ilimlerin her birinde “Ana Hatlarıyla…” serisi vardır. Tüm seriyi okumaları tavsiyemdir. İçerisinde Ana Hatlarıyla Hadis kitabı da bulunmaktadır. İl kokunacak beş kitabı ise şöyle sayabilirim:
Bu güzel röportaj için teşekkür ederiz
Ben teşekkür ederim. Çalışmalarınızda başarılar…