Dr. Öğr. Üyesi İsa YILMAZ ile Pandemi Sonrası İslami Finans Konulu Özel Röportaj
İstanbul Medeniyet Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi İsa Yılmaz hocamızla, muhabirimiz Rabia Bulut’un takipçilerimiz için gerçekleştirdiği röportajı istifadenize sunarız…
Merhaba hocam, hemen virüs konusuyla başlayalım. Dünya finans sistemi daha önce hiç tanımadığı bir düşmanla karşı karşıya. Yakın gelecekte neler olmasını bekliyorsunuz? Kapitalizmin çöküşünü öngörenler kadar süreç sonunda kapitalizmin en vahşi versiyonuyla tanışacağımızı iddia edenler de var. Neler olacak sizce? Dünya nasıl bir yol ayrımına gidiyor?
Güncel bir konuyla başlamış oluyoruz. Bu soruya cevap vermeden önce şu hususun altını çizeyim; maruz kaldığımız bu salgın hastalık riski küresel finans sistemi nezdinde bir düşman olarak görülebilir, ancak bizim bu dili kullanmamız küresel kapitalist sistemin tehdit olarak gördüğü ve dolayısıyla karşıt söylem geliştirdiği her ifadeyi benimsememiz ve içselleştirmemiz anlamına geldiği için oldukça sakıncalı. Müslümanlar olarak karşılaştığımız her bela, bela kavramının Arapça dilindeki karşılığında göreceğimiz üzere, hem bir musibet hem de bir nimettir. Meselenin bu tarafını düşünerek bu salgının etkilerini ele almamız gerektiğini düşünüyorum.
Bu hatırlatmayı yaptıktan sonra sorunuzu biraz açalım. COVID-19 olarak adlandırılan virüsün başlangıçta sağlığımızı ilgilendiren bir tarafı var, belki de üzerinde en çok düşünmemiz gereken taraf bu. Zira insan hayatı birçok şeyden önce gelir. Bu röportaj bağlamında virüsün ekonomik etkilerini konuşacağız ama şunu ifade etmek gerekir ki virüsün ekonomik etkilerini konuşmak artık öyle bir hal aldı ki yeryüzünde yaşayan insanların sağlığını düşünmenin ötesinde bir kaygıya dönüştü. Televizyon programlarında, diğer medya araçlarında ve akademik-akademik olmayan çevrelerin hazırladığı raporlarda, kısacası her yerde, virüsün ekonomik etkileri ile sınırlanan ve insan sağlığını ikincil plana atan bir çerçevede konuşur olduk. Bu düşünceme karşı çıkıp şunu iddia edebilirsiniz belki; ekonomik etkiden bahsederken aslında yine insanları düşünen, onlar için endişelenen bir boyuttan bahsediyoruz. Yani, gelecekte karşılaşılacak işsizlik ve fakirlik gibi tehditlerin tamamı insanı ilgilendiriyor. Bu yüzden endişenin merkezinde yine insan hayatı ve sağlığı var. Bu ilk bakışta doğruluk payı olan bir düşünce olabilir, ama ben de buna karşılık diyebilirim ki ekonomik kaygıların bu denli merkezi hal alması ve yüceleştirilmesi aslında insanlığı önceleyen bir endişeden öte modern hayatın hız ve dinamizminde hiçbir şekilde duraksamaya müsaade etmeyen bir piyasa sisteminin baltalanmasının endişesi. Bu endişe büyük oranda çok uluslu şirketlerin, küresel finans piyasalarının tutku içinde peşinden koştukları olağanüstü kar arzusunun sekteye uğramasının endişesi. İşsizliğin hanehalklarına olumsuz etkisinden ziyade bugünlerde politikacılardan tutun da piyasa yapıcılara kadar herkesin dilinde pelesenk olmuş ‘tedarik zincirinin aksaması’ endişesi. Peki, tedarik zinciri aksarsa ne olur? Üretim yavaşlar, beraberinde tüketim azalır. Büyüme tahminleri düşer, ekonomiler resesyona girer, bir türlü ne mahiyetini ve bize etkilerini anlamasak da yüceleştirdiğimiz sürdürülebilir kalkınma umudu bir anda tehlikeye girer, mevcut durumda bireysel ve kurumsal borçluluk dünya genelinde zaten çok yüksek oranlardayken kredi veren kurumların daha çok borç verme, borçlarını temin etme ve batık kredi korkuları denklemi daha da karmaşık hal alır. Tüm bu faktörlerin insan hayatına etkisi ne olur peki? Bu boyuta çok değinilmez işte. Demek istediğim, virüsün ekonomik etkilerini konuşurken insan merkezli bir kaygıdan çok mutlaklaştırılan piyasanın istikrarı kaygısına düşmüş durumdayız. Dolayısıyla, tüm bu kayıtları koyarak ekonomik etkilerden bahsetmek istiyorum.
Sorunuza tekrar dönersek yakın gelecekte neler olacağı konusunda uzmanlar tarafından oldukça kötümser bir tablo çiziliyor zaten. Biraz önce saydığım ekonomik olumsuzlukları yaşıyor olacağız muhtemelen. Enflasyonun yükselmesi, işsizlikoranlarında artış ve ekonomik büyüme oranlarında ciddi düşüşler, üretimin ve tüketimin durma noktasına gelmesi, böylece fakirliğin daha da yayılması gibi senaryolar var. Henüz adı konulmamış olan ancak içinde şu an yaşıyor olduğumuz krizin U şeklinde mi yoksa V şeklinde mi olacağı tartışılıyor. Tıpkı 2008 krizinde olduğu gibi küresel şirketlerin nasıl kurtarılabileceği konuşuluyor. Bu bağlamda Dünya Bankası ve IMF öncülüğünde uluslararası yardım paketleri, FED’in piyasayı rahatlamaya dönük adımları, ABD dolarının değerini düşürme çabaları ve buna karşın doların rezerv para olmasının getirdiği zorluklar, yerel para birimlerinin daha da değersiz hale gelmesi ve bu yüzden insanların dolara ve kıymetli madenlere yönelmesi, tahvil faiz oranlarındaki düzenlemeler ve daha fazlası şuan küresel finans sisteminin krizden nasıl en az zayiatla kurtarılacağına odaklanmış politikacıların gündemindeki konular. Anlayacağınız, olumlu düşünmek için maalesef gerekçelerimiz yok. Peki, sorunuzun ikinci kısmında bahsettiğiniz üzere bu krizin sonunda kapitalizm çökse mutlu olur muyuz? Bu soruya duygusal bir yanıt vermek gerekirse hemen evet diyebiliriz belik, ama daha önemli soru şu: kapitalizm yerine ne ikame edeceğiz? Yarına ne hazırladık ki ne sunacağız? Maalesef çoğumuzun içine düştüğü hatalardan biri de tahayyül ettiğimiz dünyayı inşa etmenin ilk adımlarının yıkım ile başlaması; yani, kapitalizmin yıkılması. Kapitalizmin çökmesini o kadar çok istiyoruz ama çöküş sonrası nasıl bir dünya düşünüyoruz diye sorsak herhalde görünmez bir elin adaleti tesis edeceğini, kapitalizmin getirdiği tüm problemleri bir anda yok edeceğini söylemenin ötesine geçemeyiz. Bu ciddiyetsizlik aslında şunu gösteriyor, biz ne kadar söylem olarak yıkılmasını istesek de bir şekilde daha az vahşi bir kapitalist düzene razıyız. Bunun adına İslami kapitalizm, insani finans vs. diyerek kendimizi avutuyoruz. Dolayısıyla, gelecekte kapitalizme ne oluru çok da önemsediğimi söyleyemem. Tıpkı kıyamet hakkında kendisinden bilgi istenen Peygamber’in (as) ‘onun için ne hazırladın?’ şeklinde verdiği cevap gibi, kuru eleştirisini yapmanın ötesine geçemeyip üstelik böyle yaparak kapitalizmi yeniden sürekli inşa ettiğimiz ve kendimizi öteki olan kapitalizme göre konumlandırdığımız gerçeğinin farkına varıp yarına ne hazırlıyoruz sorusuna yönelmemiz gerektiğini düşünüyorum. Yoksa, kapitalizm bu badireyi de insanları daha da fakirleştirerek, daha fazla borçlandırarak, krizin faturasını sürekli ötekilere yükleyerek atlatabilecek kapasiteye ulaşmış durumda. Bunun önüne geçecek bir farkındalık ve alternatif oluşturma çok elzem.
Dünya ekonomisinin pandemi ile bu şartlar altında ne kadar süreyle güçlü bir mücadele sürdürmesi mümkün? Hangi süre zarfından sonra ne tür problemlerin baş göstermesini bekliyorsunuz?
Kısa ve orta vadede ortaya çıkabilecek sorunları biraz önce belirttim. Ama baş gösterecek problemlere bir ad vermek gerekirse, bu daha çok finansallaşma sorunudur diyebilirim. Özellikle 1970’lerden itibaren finansal sistemin ekonomi içerisindeki yerini giderek genişlettiğini görüyoruz. Yani, reel ekonomi, somut ticari işlemler, üretim gibi faaliyetler yerini giderek türev piyasalarındaki işlemlerde olduğu gibi daha karmaşık ve soyut işlemlerin yaygınlaştığı finansal alana bırakıyor. İşte biz buna finansallaşma diyoruz. Artık reel sektörde kârın bir haddi var ve bu hadde ulaşmak için aldığınız riskin boyutu çok yüksek. Kâr neye göre yüksek ve risk neye göre fazla derseniz, finansal sistemdeki kârlılık ve riske nazaran yüksek diyebilirim. Bugün finansal işlemler üzerinden kısa yoldan çok zengin ya da çok fakir olabilirsiniz. Ciddi emek vermeden refaha ulaşabilirsiniz. Bugünkü finansal sistem tüm bunlara olanak veren bir özelliğe sahip. Bu bağlamda, gelişmiş-gelişmekte olan ayrımı yapmaksızın tüm dünyanın finansallaşma trendine girdiğini görüyoruz. Ancak, gelişmekte olan ülkelerin finansal altyapılar krizlere karşı daha hassas olduğu için ortaya çıkacak finansal kriz daha çok gelişmişte olan ülkeleri zayıflatıyor. Burada hemen devreye daha çok borçlandırma ve krizi erteleme ya da etki süresini uzatma reçetesi devreye giriyor. Küresel ekonomi her şeyden taviz verir ancak tüketimde yaşanacak aksaklıktan asla taviz veremez. Üretim bir şekilde teknolojik altyapıyla ve ucuz iş gücüyle devam ettirilirken tüketimin de buna ayak uydurması lazım. Bunun için daha çok borçlandırılırsak tüketimin ivmesini düşürmemiş oluruz. Bugün COVID-19 virüsünün yaşattığı finansal krizle mücadelenin bir açıdan küresel tüketimin ayakta tutulması mücadelesi olarak okuyabiliriz. Bunu da bize sürdürülebilirlik olarak sunmaya devam ediyorlar ve maalesef biz de hız çağında nasıl yavaşlama kabul etmiyorsak üretimin ve tüketimin hızının düşmesine de tahammül edemeyen modern bireyler olarak elimizde olanı hep sürdürmeye alıştırılıyoruz. Sermayemiz, maddi imkanlarımız, zevklerimiz hiç azalmasın ve sürsün istiyoruz. Kaybetmekten korktuğumuz maddi ve manevi imkanlarımızın bir sonunun olduğu düşüncesini hep öteliyoruz.
Sizce bu pandemi yeni ve adil bir finansal sistemin kuruluşu için dünyaya sunulmuş bir fırsat olabilir mi? Böyle bir sistemin kuruluşu adına neler yapılabilir?
Daha önce belirttiğim gibi eğer bir fırsattan bahsedeceksek bunu kapitalizmin bize verdiği bir fırsat olmaktan çok kendi yaratacağımız fırsat olarak düşünmek gerekir. Yoksa, kapitalizm her zaman bu fırsatları veriyor. Bu tıpkı şuna benziyor, futbolda bir takımın çok iyi bir forveti yoksa kale boş dahi olsa o forvet oyuncusu skor üretemez. Ayrıca, sorunuzdaki yeni ve adil bir finansal sistem ifadesini yeni ve adil bir iktisadi düzen olarak değiştirmek olarak algılayayım isterseniz. Zira, bir türlü finans merkezli bir iktisadi sistem düşüncesinin ötesine geçemiyoruz. Neoliberal iktisadın dünyasından bakmak zorunda değiliz dünyaya. Finans iktisadi hayatın ‘sıradan’ bir parçası olması gerekirken neden onu kendi kurallarına göre işleyen bir sistem haline dönüştürme gayretindeyiz?
Daha adil bir sistem için öncelikle bize sunulan iktisadi sistemin mutlak doğru olmadığını, tarihsel ve zamansal olarak göreceli bir sistemden bahsediyor olduğumuzun farkına varmamız gerekir. Mesela, pek çok iktisat öğrencisinin lisans hayatında aldığı iktisat derslerinin evrensel prensipler değil, neoklasik iktisadın öğretisi olduğunu bilmesi gerekir. En basit olarak, emek-değer ve fayda-değer teorilerinde de gördüğümüz üzere Adam Smith’in düşünceleriyle dahi tam uyuşmayan bir iktisadi sistemden bahsediyoruz. Nasıl olur da bu sistem evrensel olabilir?
Alternatif oluşturmak adına adil sistemden bahsederken adalete vurgu yapıyoruz değil mi? O halde, neler yapılabilir sorusu sadece iktisadi alandan ibaret değil. Adalet insanı, kurumları, canlı tüm varlıkları ve çevreyi, bunlar arasında doğan ilişkileri kapsar. Dolayısıyla, başlangıç noktamız bunlar arasındaki ilişkileri yeniden gözden geçirmek. Böyle olunca salt iktisadi bir endişenin ötesine geçmiş oluruz. Bireysel hayatımızda dürüst olmamız, çevre duyarlılığımız, yetiştirdiğimiz çocuklar, tuvalet adabımız dahi bu adil sistemin inşasında kritik öneme sahiptir.
İktisadi hayat dönük olarak çözüm yollarından belki de en önemlisi paylaşım odaklı, risk alabilen ve birbirleri arasında güven duyan bir toplumsal yapı kurmaktır. Bugünkü finansal sistemde güven yok, böyle olunca risk paylaşımı da olmuyor. Örneğin, mudarebe harika bir finansman yöntemi olabilir, ama güvenin olmadığı bir toplumda hiçbir anlam ifade etmez. Bu yüzden insanları mudarebenin tarafları olarak bir araya getirebilecek bir zemini kurmadan alternatif bir iktisadi sistemden bahsedemeyiz.
Şunu da söyleyeyim. Mutlaka adil bir dünya tahayyülümüz olması gerekir ve bunun için çaba göstermemiz gerek. Ancak, biz Batıdaki gibi tek boyutlu ve bu dünya ile sınırlı bir hayat anlayışına sahip değiliz. Bizim için başlangıç noktası ahiret hayatıdır. Bu dünya oraya varmak için kısa süre vakit geçirdiğimiz yerdir. Böyle olunca adaletsizliklerin, gelir eşitsizliklerinin ve fakirliğin bu denli yaygın olması yeniden anlamlandırılır.
İslami Finans açısından bakıldığında finans piyasalarındaki gelişimi ve tercih edilirliği açısından ne tür gelişmeler bekliyorsunuz? Pandemi sonrası islami finans ürünlerinin ön plana çıkmasını bekliyor musunuz?
Biraz mizahi gelebilir ama öncelikli beklentim şu; ‘pandemi sonrası İslami finans’, ‘virüs kaynaklı küresel krizin İslami finans üzerindeki etkileri’, ‘İslami finansın krize karşı dayanılıklığı’ gibi konular ekseninde akademik çalışmaların artmasını bekliyorum. Neden, çünkü İslami finans giderek bir işyerinin görece az maaş alan ama yetenekleri yüksek çalışanının patronunun gözüne girmesi çabasında olduğu gibi her finansal kriz sonrası ne kadar da güzel bir sistem olduğunu vurgulamak istiyor. Bunu da en çok akademik çalışmalarda gösteriyor. Muhtemelen bu süreçte akademik yayınlar İslami finansın sistem içinde iyi bir alternatif olarak düşünülmesi gerektiğini vurgulayan çalışmalarla dolu olacaktır.
İslami finansal ürünlerin daha çok ön plana çıkması meselesine gelirsek, bunu küresel manada kabul göreceği anlamında söylemiyorum ama bu ürünlerin daha çok talep görebileceğini söyleyebiliriz. Tabi şu ayrımı yaparak; bu ürünlerden borç temelli finansman yöntemleri olan murabaha, icare sukuk ve teverruk uygulamaları daha da yoğunlaşacaktır. Bunun dışında kalan ortaklık temelli enstrümanlardan mudarebe ve muşareke gibi uygulamalarsa yine özlemle anılacaktır.
Peki hocam, İslam İktisadı öğrencileri için evde geçirdikleri bu dönemde hangi kitapları okumalarını önerirsiniz? (5 kitap önerisi)
Röportajımız ekseninde ele aldığımız meseleleri düşünürsek, kriz, borçlandırma ve finansallaşma konuları ön plana çıktığından bu bağlamda aşağıda yer alan tavsiyelerde bulunabilirim:
– Borçlandırılmış İnsanın İmali / Maurizio Lazzarato
– Borç İlk 5000 Yıl / David Graeber
– Dünyanın Finansal Tarihi / Niall Ferguson
– Emek; Kaybolma Yolunda Bir Değer mi? / Dominique Meda
– Peygamberlik Dindarlık ve Kâr / Ayman Reda
Bunların dışında nasılsa boş zamanları şu sosyal izolasyon günlerinde fazladır diye düşünerek okuyuculara izleyebilecekleri birkaç film/belgesel önerisinde bulunayım:
– Inside Job / 2010
– Too Big to Fail / 2011
– The Big Short / 2015
Bu güzel röportaj için çok teşekkür ediyoruz.
Ben teşekkür ederim. Çalışmalarınızda başarılar…