Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İshak Emin Aktepe ile Özel Röportaj

Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İshak Emin Aktepe hocamızla, muhabirimiz Şeymanur Bektaş’ın takipçilerimiz için gerçekleştirdiği röportajı istifadenize sunarız…

Hocam, hadis ne demek sorusuyla başlayalım. Bize hadisin kelime anlamını, literatürdeki anlamını anlatır mısınız?

İslam kültüründe hadis denildiğinde daha çok Hz. Peygamber’e atfedilen, izafe edilen, nispet edilen sözler anlaşılır. Yani hadis denildiğinde Resulullah’ın ağzından çıkmış söz zannedilir. Halbuki gerçek şu ki aslında hadisler birer rivayettir, haberdir. Bunlar ravilerin nispet ettikleri bilgilerdir. Öncelikle bunu kavramak gerekir. Çünkü bu nokta çoğunlukla gözden kaçırılır ve herhangi bir mecrada hadis nakledildiğinde mutlak olarak Resulullah’a aitmiş gibi sanılır. Bu doğru değildir. Tekrar ediyorum bunlar ravi rivayetleridir ve bu sebeple her bir hadis acaba doğru mu değil mi diye değerlendirilmeye muhtaçtır.

Bir başka nokta da şudur: Hz. Peygamber’e, sahabeye ve tabiine atfedilen her türlü rivayete İslam kültüründe hadis denilmiştir. Fakat rivayet Hz. Peygamber’e atfedilmişse merfu hadis, sahabeye atfedilmişse mevkuf hadis ve tabiine atfedilmişse maktu hadis ismini almıştır. Hatta rivayet Allah’a nispet edilmişse kutsi hadis ismi verilmiştir. Yani hadis deyince sadece Hz. Peygamber’in akla gelmesi de yanlıştır. İslam kültüründe Hz. Peygamber’le birlikte sahabe ve tabiin nesillerine de özel bir önem verilmiştir. Onlara atfedilen bilgiler de değerli sayılmıştır ve hadis diye nitelenmiştir. Hatta bu bilgilere dayanarak Sünnet de tespit edilmiştir. Hasılı Sünnet sadece merfu rivayetlerden değil mevkuf hatta maktu rivayetlere dayanılarak da tespit edilebilmiştir. En azından bazı mezhepler bu usulü benimsemişlerdir.

Hadislerin ilk toplanma sürecini Efendimiz (sav)’ den başlayarak büyük hadis imamları dönemi de dahil olmak üzere anlatır mısınız?

Hz. Peygamber sözlerini ne yazdırmış ne toplatmıştır. Zaten bunu yapma imkanı da yoktur. Çünkü o dönemde ne Arap yazısı buna müsaitti, ne yazı malzemeleri yeterli idi ve ne okuma yazma bilenler kafi miktarda idi. Ayrıca Resulullah’a ait metinler de yazılsa idi bunların Kur’an ayetleriyle karışması da mümkündü. Yine insanların Kur’an’da uzaklaşıp hadis metinlerine kendilerini adamaları da olası idi. Yani her ne sebeple olursa olsun Resulullah’a ait söz ve bilgiler onun hayatta olduğu müddette ne yazılmış, ne toplanmıştır. Bireysel bir iki yazma çabasından bahsedilse de bu kişilere atfedilen bilgilerin de hem çok kısıtlı olduğunu görüyoruz hem de bunların doğruluğundan emin değiliz. Hatta bu bilgilerin sistematik, profesyonel ve ilmi bir tarzda ezberlendiğini de söyleyemeyiz. Çünkü eğer hadis metinleri herkesçe ezberleniyor olsaydı bugün elimizdeki rivayet metinlerinde gördüğümüz problemlerle karşılaşmaz idik.

Hz. Peygamber vefat edince sahabilerin bir kısmı Medine’de kalsa da önemli bir kısmı çeşitli nedenlerle İslam coğrafyasına dağıldılar. Herkes bildiklerini de alıp götürüyordu. O dönemde sistematik bir eğitimden bahsedilemez. Yani herkes temel iman esasları, namaz ve oruç gibi temel bazı dini bilgileri bilmekle birlikte ayrıntıya girildikçe sahabilerin bilgi düzeyi farklılaşmaktaydı. Anlayış kabiliyetleri ve bakış açıları da değişkenlik gösteriyordu. Bu gayet doğaldır. Ayrıca sahabilerin yavaş yavaş terk-i dünya ettiklerini de unutmamak gerekir. Hasılı sahabiler gittikleri yerlerde imkan doğdukça ve fırsat buldukça bildiklerini kendilerinden sonraki nesle aktarıyorlardı. Bu dönemde de sistematik bir yazma ve ezberleme faaliyetinden bahsetmek zordur. Fakat şu anlaşılıyor ki bazı sahabilerrivayete meraklı iken ya da buna imkan bulabilmişken bazıları bundan uzak durmuşlardır ya da fırsat bulamamışlardır. Bu arada Hz. Peygamber’in vefatını takip eden ilk yüzyılda ona atfedilen bilgilerin daha çok şifahen aktarıldığını bilmekle birlikte en azından bireysel çabayla yazıya geçirilmesine dönük bazı çalışmaların olduğunu da kabul edebiliriz. Bu arada önemli iki noktaya da değinmek gerekir ki onlar da hadis uydurma faaliyetleri ve isnaddır. Hicri ilk yüzyıl içinde Resulullah’aatfedilen bilgilerin toplumda değer ifade etmesi sebebiyle kimilerince hadisler uydurulmaya başlanmıştır. Böylece Hz. Peygamber’in otoritesi istismar edilmiştir. Buna karşılık da hadislerin ravilerini belirtme zorunluluğu yani isnad olgusu ortaya çıkmıştır. Böylece isnadında güvenilir raviler olan haberlere itimad edilecek güvenilmez kişilerin naklettikleri reddedilecekti.

Hicri yüzüncü yıl civarında artık bazı kimselerin hadisçi sıfatıyla farklı bölgelerdeki rivayetleri bir araya toplama eğilimine girdikleri anlaşılıyor. Hatta buna yönelik hilafet makamının resmi talepleri olduğu da naklediliyor.  Buna tedvin diyoruz. Yani birileri farklı beldelerde, memleketlerde gezip dolaşarak (rihle) o bölgelerde nakledilen haberleri toplama işine girmişlerdir. Burada dikkat edilmesi gereken husus toplanan rivayetlerin konu ve ravi tasniflerinin yapılmıyor olmasıdır. Ayrıca bu hadis toplama faaliyetlerinde rivayetlerin sıhhat yani doğruluk değerlendirmesi de yapılmamaktaydı.

Hicri yüz elli ila iki yüz arasında bazı alimler önceki neslin tedvin ettiği bilgileri onlardan alıp işlemeye başlamışlardır. Bunlardan kimisi hadis rivayetlerini konularına göre kimisi de ravilerine göre ayırmışlardır. Buna da tasnif diyoruz. Böylece ilk tasnif edilmiş hadis eserleri ortaya çıkmaya başlamıştır. Fakat bu eserlerde Hz. Peygamber’e atfedilen malumat yanında hatta bazen ondan daha fazla sahabe ve tabiin nesline nispet edilen bilgiler bulunmaktaydı. Bu bilgilerin de sıhhat yani doğruluk değerlendirmeleri yapılmış değildi. Yani alimler kendilerine ulaşan bilgileri tasnif ediyor ancak hangisi güvenilir hangisi güvenilmez notunu düşmüyorladı. Fakat şurası hakikat ki haberleri isnadlarıyla naklediyorlardı. Yani değerlendirme yapmak isteyene bu imkanı sunuyorlardı. Bu dönemde cerh ve tadil (ravileringüvenilirlik seviyesini tespit) faaliyetleri de başlamış idi. Hasılı artık ikinci yüzyılda hadisçilik nispeten daha sistemli ve profesyonel bir hal almaya başlamıştır. Tam profesyonelliğe bir sonraki yüzyılda geçilecektir.

Hicri iki yüz ila üç yüz arasında daha hacimli hadis eserleri yazılmaya başlanmıştır. Bu yüz yıl hadisçiler açısından altın çağ olarak nitelenir. Bu yüz yılda Ahmed b. Hanbel, Buhari ve Müslim gibi önemli hadisçiler yaşamış ve eser vermiştir. Hatta bugün hadisçi diye akla gelen en önemli şahsiyetler hep bu asırda yaşamışlardır. Bu alimler kendilerinden evvelki neslin yazdıklarını daha da sistematize ederek kendi kitaplarını tasnif etmişlerdir. Hadis ilminin farklı alanlarında kitaplar yazmışlardır. Şunu bilmek gerekir ki hadisçiler aslında Ehl-i hadis düşüncesinin müntesipleridir. Yazdıkları eserler de kendi görüşlerini teyid  amacına matuftur. Yani sırf Hz. Peygamber’e ve sonraki iki nesle ait bilgileri salt rivayet amacıyla eser vermemişlerdir. Kitapları kendi kanaatlerini yansıtma amacı da taşır. Hasılı hadis eserleri, Ehl-i hadis Ehl-i rey tarihi göz önünde tutularak okunmalıdır.

Hadislerin sıhhati açısından en önemli meselelerden biri senedi diye biliyoruz. Hadislerin senetleri nasıl oluşmuştur? Aralarda kopukluk olması ya da olmaması durumları hadislerin sıhhatlerini nasıl etkilemiştir? Bu senetler oluşturulurken nelere dikkat edilmiştir? Sıhhatlerine göre nasıl bir sınıflandırma oluşturulmuştur?

Yukarıda ifade ettiğim gibi hicri ilk asırda yani Hz. Peygamber’in vefatını takip eden ilk birkaç on yılda hadis uydurma faaliyetleri başlamıştı. Hz. Peygamber’in dini otoritesi istismar edilmeye başlanmıştı. İşte buna mani olmak amacıyla ya da uydurma sözlerden korunma maksadıyla ravilerin ismini açıklama geleneği başladı. Böylece ravilerin güvenilirliğine bakılacak ve ona göre naklettikleri haberlere değer atfedilecekti. Şunu ifade etmek bir hakkın teslimi olacaktır ki isnad sistemi, ravileritanıtan eserler yani rical edebiyatı ve cerh tadil faaliyetleri İslam ümmeti için büyük, değerli ve eşsiz bir hazinedir, mirastır. Başka hangi medeniyette böyle bir ilim hazinesi vardır bilmiyorum. Fakat şurası da gerçektir ki hadislerin yalnızca isnadına bakılarak verilecek hükümler illetlidir. Hadisleri hem isnadına hem metnine bakarak değerlendirmek gerekir. Fakat hadislerin metinlerindeki illetler üzerinden değerlendirilmesi özellikle hadisçilerce çoğunlukla ihmal edilmiştir.  

İsnad değerlendirmesi yapılırken hem ravilere hem de raviler arasındaki ilişkilere bakılmaya çalışılmıştır. Raviler dindarlıkları (adalet) ve hafıza güçleri (zabt) açısından incelenmişlerdir. Ravilerin hoca öğrenci ilişkisi (lika) yaşayıp yaşamadıklarına ya da birbirleriyle görüşme ihtimali olup olmadığına (muasarat) bakılmıştır. Bu bilgileri derleyen eserler yazılmıştır. Ravilerin rivayetleri karşılaştırılarak hatalar tespit edilmeye çalışılmıştır. Böylece hadislere sahih, hasen ya da zayıf gibi hükümler verilmiştir. Burada tekrar etme ihtiyacı hissediyorum ki isnad sistemi ve rical eserleri büyük bir medeniyet ürünüdür. Ancak hadislerin yalnızca bu bilgilere göre değerlendirilmesi eksik kalmaktadır. İslam kültüründe rivayetlerin metinlerine bakılarak ve bu metinlerin onlardan daha sağlam bilgi kaynaklarıyla (Kur’an, mütevatir haber, akıl, fıtrat) karşılaştırılarak değerlendirilmesi eğilimleri de olmuştur ve hala da vardır.

Hadis metinlerinde zaman zaman farklı hadis imamlarının eserlerinde küçük de olsa farklılıklar görüyoruz. Bunların sebebi nedir? Bunlar hadislerin sıhhati açısından nasıl değerlendirilir?

Hadisler manen aktarımlardır. Yani Hz. Peygamber’in ya da nispet edildiği kişinin ağzından çıktığı gibi ezberlenmiş, yazılmış ve korunmuş metinler değildir. İşin hakikati budur. Dolayısıyla farklı raviler farklı metinler aktarabilmişlerdir. Hadis ilminin amacı hadis metninin değil anlamının Resulullah’a aidiyet ihtimalini araştırmaktır. Burada da şunu unutmamak gerekir ki güzel gördüğümüz her sözü Resulullah’a atfedemeyiz. Bir sözün güzelliği onu hadis yapmaz. Hadis diyebilmek için isnad ve metin açısından asgari şartları haiz olması gerekir. Aksi halde herkes kendince güzel gördüğü şeyi Resulullah’a nispet eder ki doğru ile yanlış hiç ayrılamayacak şekilde birbirine karışır. Bu da dini asli yapısından uzaklaştırır. Belki de hadis rivayetinde tarih boyunca gerekli hassasiyeti göstermeyenler ve bu alanda sağlam esaslar belirleyip sıkı durmayanlar yüzünden bugün biraz böylesi bir karmaşa yaşıyoruz.  

Hadislerdeki farklılıkların bir sebebi demanen rivayet dışındaki diğer ravi tasarruflarıdır. Mesela hadisin ihtisarı ve taktii (kısaltılması), içine ravi sözü karışması (idrac) ve harf ve kelime hataları yapılması (tashif tahrif) de hadis metinleri arasında farklılaşmaya sebep olmuştur. Hadisçiler hadisleri karşılaştırarak orijinal bir metin bulma gayreti içinde olmuşlardır.

Burada ihtilafu’l-hadisten de bahsetmek icap eder. Hadisler birer rivayet olduklarından zaman zaman Kur’an’la, akılla, fıtratla, başka hadislerle vs. çelişkili olabilmişlerdir. Hadisçiler ile diğer mezhep alimleri arasında bu çelişkiler büyük bir münakaşa konusu olmuştur. Hadisçiler bu çelişkileri tevil (yorum) yoluyla gidermeye gayret etmişlerdir.

Neden Kütüb-i Sitte denilen 6 kitap öne çıkmıştır? Mesela bu 6 kitap arasında İmam Maliki ve Ahmet bin Hanbel’ in eserleri neden yoktur? Neden bu altı kitap özellikle tercih edilmiş ve neden Buhari’nin eseri bunların arasında 1. kaynak olmuştur?

Her ilimde kimileri bazı nitelikleri sebebiyle diğerine tebarüz eder. Hicri üçüncü asırda yazılan bazı eserler zamanla İslam dünyasında daha fazla itibar görmüştür. Bunun sebebi içerdikleri rivayetlerin diğer kaynaklara nazaran daha özenli seçildiği ve tasnif edildiği düşüncesidir. Yukarıda ifade ettiğim üzere hadis eserleri tamamen sağlam rivayetlerden müteşekkil değildir. Bu açıdan kütüb-i sitte diye maruf olan kitaplar da sağlam olmayan haberler içeririler. Ama başka kitaplara nazaran daha az içerirler. Bu sebeple yazıldıkları tarihten bir iki asır sonra diğer hadis kitaplarına göre daha fazla itibar edilmişlerdir.

Kütüb-i sitte ifadesi bu kitaplar yazıldıktan yaklaşık üç dört asır sonra ortaya çıkmıştır. Yani bu kitaplar yazılırken kütüb-i sitte olmamışlardır. Ayrıca bu altı kitap içine dahil olan eserler hakkında tartışmalar da vardır. Mesela Sünen İbn Mace yerine Muvatta-ı Malik olsa diyenler bulunmuştur. Yine Kütüb-i tis’a (dokuz kitap) diye bir terim oluşturularak sizin sorunuzdaki iki eser de kapsama alanına alınmıştır.

Buhari’nin el-Camiu’s-sahih adlı eseri hadis kitaplarının en özenlisidir ve en fazla ilmi muhtevaya sahip olanıdır denilebilir. Buhari bu eserinde fıkhını da konuşturmuştur. Ayrıca sadece sahih hadisleri toplama amacıyla tasnif edildiği şöhret bulmuştur. Fakat şunu belirtmek hakiatisöylemek olacaktır ki Buhari bir Ehl-i hadis alimidir. Dolayısıyla onun değerlendirmeleri kendi anlayışına göredir. Buradan hareketle diyebiliriz ki başka bir mezhebe mensup alimimiz Buhari’deki bir rivayeti tenkit edebilir ve tarih boyunca da edilmiştir. Burada taassupla davranmak yersizdir. Tekrar edelim ki her hadis aslında bir rivayettir. Her rivayet de değerlendirilmeye muhtaçtır. Her değerlendirme de içtihattır. Her içtihat da müçtehidin yaklaşımına göredir.

Hadis kitapları arasında muvattalar, sünenler, musannefler, camiler, müsnedler gibi çeşitler var. Bunların farkları nelerdir?

Hadisçiler yazdıkları eserlere böylesi isimler koymuşlardır. Bunlar arasında kesin çizgiler olduğunu söylemek zordur. Ancak şunu ifade edebiliriz: Hadis eserleri genelde ya hadislerin içeriği göz önüne alınarak (ale’l-ebvab) ya da ravilerine bakılarak (ale’r-rical) tasnif edilmiştir. Bunlar dışında hadislerin ilk harflerine göre olması gibi (ale’l-ahruf) başka tasnif modelleri de geliştirilebilmiştir. Hadislerin konusunu baz alan eserlere Cami denildiğinde İslam’ın hemen her alanında (itikat, fıkıh, ahlak, tarih, tefsir, gelecek vs.) muhtevaya sahip hadisleri içeren eserler kastedilmiştir. Bu eserlerde merfu (Hz Peygamber’e atfedilmiş) nitelikli hadisler daha fazladır. Musannefler de hemen her konuda hadisleri içeriri ancak bunlarda mevkuf (sahabeye atfedilmiş) ve maktu (tabiine atfedilmiş) haberler de yoğundur. Sünenler daha fazla ahkam (fıkıh) hadislerine matuftur. Ayrıca mevkuf ve maktu haberler bu eserlerde azdır. Müsnedler ise hadislerin sahabi ravilerinegöre derlendiği çalışmalardır. Yani bu kitaplarda hadislerin konusuna değil ravisine bakılmıştır. Bu saydıklarınız dışında da pek çok açıdan hadislerin derlendiği ve ona göre isimlendirildiği çalışmalar mevcuttur. Hadis literatürünün büyüklüğü karşısında insanın hayret duymaması imkansızdır. Hasılı hadis ilmi İslam medeniyetinin en önemli kıymetlerinden biridir.

Son dönemlerde hadisleri kabul etmeyen, bunların arasına çok sayıda yanlış ve uydurmanın karıştığını iddia eden, Kütüb-i Sitte’de de bu tip hadislerin bulunduğunu iddia eden bir grup ve gerçekten de okunduğunda akıl karıştıran hadisler var. Bunların bir kısmını paylaşalım, hem hadis inkarcılığı konusunda  hem de bu hadisler ile ilgili sizin yorumlarınızı isteyelim:

Buraya kadar aktardıklarımdan şu anlaşılmış olmalıdır ki hadisler mutlak hakikat anlamına gelmez. Hadisler haber-i vahidir ve haber-i vahidler kesin bilgi değil zan ifade ederler. Her hadis ayrı ayrı değerlendirmeye muhtaçtır. Dini konularda ihtiyatlı davranmak daha evladır. Hz. Peygamber’e söz nispet etmek büyük bir iştir. O halde her nakledilen bilgiye hemen inanmak ilmen ve dinen uygun değildir. Aksi halde dinin içine zayıf ve uydurma haberleri de katarız ki artık doğru ne yanlış ne karma karışık hale gelir. Bugünkü tartışmaların temel sebeplerinden biri geçmişte yapılan bazı ihmallerdir. Bunu da teslim etmek zorundayız.

İslam tarihi boyunca hadisleri tamamen reddeden marjinal yaklaşımlar dışında kayda değer bir hadis inkarcılığından bahsedilemez. Hadisleri değerlendirirken farklı yaklaşımlar sergilemekten bahsedilebilir. Yani hadislerin sadece senedine bakmayı yeterli görenler olduğu gibi metnine de bakmalıyız diyenler vardır. Ravilerarasında muasarat yeterli diyenler yanında lika da olmalı diyenler de vardır. Hasılı hadisleri değerlendirmek içtihattır ve içtihat müçtehidin bakışıyla doğrudan ilişkilidir. İçtihat da içtihatla nakzedilmez bu da asli bir kuraldır. Hepsi bizim alimimizdir. Hiç kimse diğerinden mutlak üstün değildir. Herkesin hükmü değerlidir, makbuldür ama tenkide de açıktır.

Hadis kitapları içinde sahih hadisler yanında zayıf ve hatta uydurma haberler vardır. Bu da hakikattir. Hadis eserlerinde zayıf ve uydurma haber yoktur demek cehalettir, taassuptur. İslam cehalete teslim olacak kadar zayıf bir din değildir. İslam’ı gayr-ı hakiki iddialarla savunmak abestir, gereksizdir ve çıkmaz sokaktır. İslam muhkem esasları ve kaynakları olan bir dindir ve Rabbimiz bunları tespit edecek aklı bizlere bahşetmiştir. Hasılı zayıf ve uydurma haberlere muhtaç değiliz.

Şimdi verdiğiniz örnekler hakkında kısaca değerlendirmemi yapayım. Böylece benzer haberler hakkında da genel bir usul vermeye çalışayım:

Ölüm meleği Musa’ya gelerek ‘Rabbine icabet et’ dedi. Bunun üzerine Musa, ölüm meleğinin gözüne tokat vurarak onu çıkarttı. Melek hemen Allah’a dönerek ‘Sen beni ölmek istemeyen bir kuluna göndermişsin, o benim gözümü çıkardı’ dedi.”

Buharî, Cenâiz: 69, Enbiyâ: 31; Müslim, Fedâil: 157, 158; Nesâî, Cenâiz: 121; Müsned, 2:269, 315, 351

Öncelikle bu rivayet gözle görünmez bir varlıktan yani melekten bahsetmektedir. Ayrıca Musa aleyhisselamhakkında bilgi içermektedir.

Haber-i vahidlerin gücü sınırlıdır. Genel kanaat şudur: Haber-i vahidler itikadi / imani konularda delil olamaz. Fıkıhta delil olabilmesi için de sahih olması şarttır. Ahlakda ise zayıf olsalar da rivayetleri mümkündür. Ahlakda zayıf hadislerin delil olabilmesi ise oldukça tartışmalıdır. Hasılı habedis demek mutlak hakikat demek değildir. Gücü sınırlıdır. Ancak zan ifade eder ki itikatta da zan olmaz.

Bu açıdan bakınca bu haber melekten bahsetmesi açısından itikadi bilgi içerir ki inanılması zorunlu değildir. Bu hadisi kabul etmemek kişiyi dinsiz yapmaz. Buhari de ve Müslim de geçmesi de onu haber-i vahid olmaktan çıkarmaz. Sonuç olarak bu haberin dinen ve ilmen kabulü zorunlu değildir. Peki kabul edenlere ne diyebiliriz? İslam dininde içtihat esastır. Bu ve benzeri rivayetleri kabul edenler kendi içtihatlarını yapmışlardır. Onların içtihatları kendilerini bağlar, başkalarını değil. Hiç kimse zanna dayalı kendi düşüncesini din diyerek başkasına dayatamaz.

Hadiste Musa aleyhisselamın Azrail’in gözünü çıkardığından bahsedilmektedir ki bu da eleştiriye son derece açıktır. Bir hususu tekrar hatırlatayım: Hadisi eleştirmek Resulullah’ı eleştirmek değildir. Hadisin ravisini tenkit etmektir. Raviye inanmamaktır. Ravilereinanmak da zorunlu değildir. Hatta dini konularda ravilerhakkında ihtiyatlı davranmak daha evladır, iyidir. Bu açıdan Hz. Musa’nın Azrail’in gözünü çıkardığına inanmaktansa inanmamak daha evladır. Azrail, Allah’ın emriyle görevini yapar ki Allah’ın emrini de peygamberlerin çiğnemesi imkansızdır.

“Bir şeyde (uğursuzluk) olsaydı, bu atta, kadında, meskende olurdu.” (Buhârî, Cihad 47, Nikah 17; Müslim, Selam 119; Muvattâ, İsti’zân 21)

Yukarıda ifade ettiğim üzere bu haber de itikadi bir konuyla (uğursuzluk) alakalıdır. Dolayısıyla asla bir inanç oluşturamaz. İslam’da uğursuzluk inancı yoktur. At da kadın da ev de insana en faydalı varlıklardır. Bu varlıklarda neden uğursuzluk olsun ki? Bu rivayet hatırladığım kadarıyla Hz. Aişe tarafından da tenkit edilmiş ve bu üç şeyde uğursuzluk olabileceğine Yahudilerin inandığını söylemiştir. Hasılı en azından Hz. Aişe’ye göre uğursuzluğa inansak Yahudi inancını İslam’a taşımış oluruz. Bu ise çok büyük bir vebaldir.

“Sizden birinin içine, onu bozacak irin dolması, şiir dolmasından hayırlıdır.” [Buhârî, Edeb, 92; Müslim, Şiir 7, (2257); Ebû Dâvud, Edeb 95, (5009); Tirmizî, Edeb 71, (2855).]

İslamiyet’te hadisler yegane bilgi kaynağı değildir. Bilgi kaynaklarından biridir ve gücü sınırlıdır. Şiir bir beyan türüdür. Dil sanatıdır, zevkidir ve estetiğidir. Özellikle Mekki ayetler olmak züere Kur’an ayetlerinde de kafiye, ahenk ve ses uyumu söz konusudur. Kur’an şiir değildir ama ayetlerinde şiirimsi bir uyum olduğu da muhakkaktır. O halde şiiri mutlak olarak kötü görmek doğru değildir. O halde bu hadisin bu içeriğiyle sıhhatinden kuşku duymak ve Resulullah’a atfedilemeyeceğini söylemek mümkündür. Fakat burada hadiste kastedilenin dini ve ahlaki açıdan içeriği sakıncalı şiirler olduğu da ifade edilebilir. Bu yoruma inanmak da mümkün görülebilir.

İnsanın insana secde etmesi uygun olsaydı, kadının kocasına secde etmesini emrederdim.

[3293-Tirmizî]

Kadın da erkek de Allah’ın kuludur. İkisinin de güçlü ve zayıf yönleri vardır. Birbirlerini evlenerek tamamlarlar. Ne kadın kocasının esiridir ne koca hanımının sultanıdır. İki tarafın da hakkı ve ödevi vardır. İki taraf da değerlidir. Bu açıdan kadının kocasına secdesi söz konusu olamaz. Hiçbir kulun diğer kula secdesi olamaz. Bu açıdan bir kimse bu haberi tenkit etse eleştirisine saygı duyulur. Fakat bu hadisin erkeğin hakkına vurgu yaptığı, zaten secde emri verilmediği ve metninin manen nakledilirken bu hale geldiği söylenilerek kabul edilmesi de mümkün görülebilir. Hasılı bu türden rivayetler insanların birbirini yaftalayacağı ve tekfir edeceği bir sebebe dönüştürülmemelidir. Herkesin zannı ve içtihadı makul çerçevede kaldığı sürece değerli görülmelidir.

Hadis konusunda kendini geliştirmek isteyenlere 5 kitap önerir misiniz?

Öncelikle Allah’ın Kitab’ı dışında hiçbir eserin baştan sona mutlak doğruyu temsil etmediği bilinmelidir. Hiçbir kitaba taassupla bağlılık gösterilmemelidir. Hiçbir kitap eleştirilemez sayılmamalıdır. Bilinmelidir ki her fani kendi yetiştiği çevrenin insanıdır. Bilgisi sınırlıdır, anlayışı kısıtlıdır, zekası mahduttur. Bu bakımdan şu önerilerimi yapabilirim:

1- Akademik eserleri önceleyin ama yine de dikkatli olun. Bu noktada benim Hadis İlmine Giriş (Rağbet:2019) adlı çalışmamı öneririm. Bu çalışmada hadis tarihi, edebiyatı, usulü ve meseleleri hakkında bilgiler sunuyorum. Ayrıca hadis usulü bilmeden hadis metni okumak ilim yerine cehalet ve bağnazlık verebilir. Prof. Dr. Ahmet Yücel hocamızın MÜİF Vakfı Yayınları tarafından basılan Hadis Tarihi ve Hadis Usulü eserleri de oldukça ayrıntılı ve değerli malumat içerir.
2- Hadis kültürünü geliştirmek adına Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayınlanan Hadislerle İslam külliyatından istifade edilebilir.
3- İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM)’ın internet sitesinden İlahiyat Makaleleri Veri Tabanı’na ulaşıp hadis ve sünnet kelimeleri taranarak binlerce akademik makale görülebilir ve bunlardan ilgi çekenler okunabilir. Yine İSAM tarafından yayınlanan İslam Ansiklopedisi’nden hadisle alakalı ilgi çeken maddeler okunabilir. Böylece derli toplu akademik malumata ulaşılabilir.
4- Ankara İlahiyat’ta düzenlenen Hadis Meclisleri’ninvideo kayıtları Youtube’dan izlenebilir. Bu yolla çok değerli bilgilere akademisyenlerin sunumuyla ulaşılabilir. Yine İslam Düşünce Enstitüsü (İDE)’de çekilen hadis ve bağlantılı ilimlerle alakalı ders videolarından da yararlanılabilir.
5- Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı’nın Tez Arama hizmetinden yararlanılarak hadis ve sünnet hakkında yapılmış doktora çalışmalarına ulaşılarak ilgi çekenler okunabilir. Prof. Dr. Mehmet Görmez’inSünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu, Prof. Dr. Bünyamin Erul’unSahabenin Sünnet Anlayışı, Prof. Dr. Mehmet Emin Özafşar’ın Hadisi Yeniden Düşünmek adlarıyla basılan doktora çalışmaları oldukça kıymetlidir. Benim Erken Dönem İslam Hukukçularının Sünnet Anlayışı adıyla matbu doktora çalışmam da hicri ilk iki asrı tahlil eden bir kitaptır.

Sonuç olarak hadis ilmi bir ummandır. Bu ummanın üç beş eserle ihata edilip kavranabilmesi imkansızdır. Hadis ilminde bilgi sahibi olmak isteyen şu dört noktada okumalar yapmalıdır: Hadis Tarihi, Hadis Usulü, Hadis Edebiyatı ve Hadis Meseleleri.

Bu güzel röportaj için çok teşekkür ediyoruz.

Bu vesileyle bana düşüncelerimi aktarma fırsatı verdiğiniz için teşekkür eder; çalışmalarınızın başarılı ve hayırlı olmasını Yüce Rabbimden niyaz ederim.

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir