BİYOGRAFİ

Geçmişi Aydınlatanlarda Bugün: İmam Şafiî

Ehl-i Sünnet`in günümüze kadar ulaşan dört büyük fıkıh mezhebinden olan Şafi Mezhebinin İmamı Muhammed bin İdris eş­­-Şafii 150 yılında(doğumu bir diğer mezhep imamı olan Ebu Hanife’nin vefat ettiği yıla tekabül eder­) doğdu. Doğduğu yer konusunda fukahânın ve tabakat yazarların çoğunluğu Gazze’de doğduğu görüşündedirler. Ancak bu rivayet dışında Askalan’da veya Yemen’de doğduğunu belirten rivayetler de mevcuttur. Nesebi fıkıh yazarların belirtiklerine göre Kureyş kabilesinden Hz. Peygamberle Abd­-i Menaf‘da birleşmektedir. Annesi Yemenli Ezd kabilesindendir.

İmam Şafii, Kureyş soylu bir aileden gelmesine rağmen babası, daha o iki yaşındayken vefat ettiği için zorluklarla geçen bir hayat sürdürmüştür. Babasının vefatından sonra İmam Şafii’nin nesebinin unutulmasından korkan annesi, oğlunu Mekke’ye göndermeye karar vermiş; muhtemelen annesi İmam’daki ilmi yeteneği gördüğü için onu ilim yoluna teşvik edip onun için gereken zemini hazırlamıştır.

İmam Şafii ilk olarak Gazze’de iken meşakkatli bir ilim yolculuğuna çıkmış ve oradayken Kur’an­-ı Kerimi hıfzetmiştir. Mekke’ye ulaştığı gibi vakit kaybetmeden Mekke’deki hadis hocalarından ders almaya başlamıştır. Hadis ezberleme ve yazma işine çok önem vermiş, Arapçayı da hakkıyla öğrenmeye çalışmıştır. Bunun için kırsal kesimlerde korunan fasih Arapçayı öğrenmek adına yaklaşık on yıl çölde Huzeyl kabilesiyle yaşamış ve böylece hem Arap dilini öğrenmiş hem de çöl de yaşayan insanların yaşayış tarzını ve âdetlerini tanımıştır.

İmam Şafii, yirmi yaşına eriştiğinde ilimde fetva verecek ve hadis aktaracak mertebeye gelmişti; ancak o ilme olan aşkından dolayı durmuyor, sürekli öğrenmek istiyor, ilim deryasında yok olmayı arzuluyordu. Arayış içinde olduğu bir dönemde ileri derecedeki ilmiyle anılan İmam Enes b. Malik’in ismini duyan İmam Şafii, onun ilminden istifade etmek istemişti. Ancak İmam Şafii, Malik’in ilminden yoksun bir vaziyette yanına gitmek istemediğinden İmam Malik’in ‘el­-Muvatta’ adındaki meşhur eserini okuyarak İmam Malik’in fıkhıyla tanışmıştır. Daha sonra İmam Şafii Medine’ye göç ederek İmam Malik’in himayesinde ilmî tahsile başlayıp 179 senesinden İmam Malik’in ölümüne kadar ondan ders almıştır. Şafii o zamanlar 29 yaşında olup ömrünün en verimli dönemini yaşamıştır.

İmam Şafii, İmam Malik’in vefatından sonra Mekke’ye tekrar geri dönmüştü. İmam’ın ilmi, adaleti ve verdiği hükümler insanlar arasında konuşulmaya başlanmıştı. Mekke’yi ziyarete gelen Yemen Valisiyle tanışan İmam, devlet biriminde görev almak üzere onunla Yemen’e gitmeye karar verdi. İmam’ın bu kararı vermesindeki asıl sebep hayatı boyunca geçim sıkıntısı çekmesi ve artık biraz maddi durumunu düzeltme ihtiyacı hissetmesiydi. İmam Yemen’e gittikten sonra vali tarafından Necran kadılığına tayin edildi.

İmam Şafii buradaki görevinde adaleti hakkıyla gerçekleştirmiş ve idarecilikteki dirayetini ortaya koymuştur. Görevine devam ederken Yemen’e yeni bir vali tayin edildi, bu valinin halkına zulüm edip adaletsizce davranmasından rahatsız olan İmam Şafii, valinin yaptıklarını eleştirip zulme karşı durmaya çalışmıştır. Bu uyarılardan rahatsız olan vali onu tehditlerle caydırmaya çalışmış; ancak İmam’ın zulüm karşısındaki dik duruşunu görünce onunla başa çıkamayacağını anlayıp onu o dönemin Abbasi halifesi olan Harun Reşid’e şikâyet ederek, Ali taraftarı olarak halifenin aleyhine çalıştığını söylemiştir. Bunun üzerine Halife onu elleri bağlanmış bir halde Bağdat’a getirtip, Ali taraftarı olarak halife aleyhine propaganda yapmakla suçlayıp, “Rafızîlikle” itham etmiştir. Bu suçlama karşısında İmam tarihe geçecek şu sözleri söyler:  “Hakikat şu ki, ben halife aleyhine çalışmamışım ve Rafızî de değilim. Ama Eğer Âli Muhammedi sevmem Rafızîlik ise, iki cihan şahit olsun ki ben Rafızî’yim.” Bunun üzerine İmam Şafii bir müddet gözetim altında alınmış daha sonra o günkü Bağdat Kadısı İmam Muhammed bin Hasan’ın devreye girmesiyle serbest bırakılmıştır. Sonuç olarak Yemen valisi İmam-ı Şafii‘yi görevden almak için o döneme hâkim olan bu fitne unsurlarını kullanıp İmamı elleri bağlı bir şekilde Bağdat’a göndermesiyle imamın devlette aldığı görev son bulmuş ve ilim yolculuğuna 34 yaşında tekrar geri dönmüştür.

İmam Şafii, Irak fakihi Muhammed b. Hasan ile Bağdat’ta tanışıp ondan ders almaya başlamıştır. Muhammed b. Hasan’ın yazmış olduğu eserleri okuyup bu vesileyle İmam, Irak fıkhı hakkında malumat sahibi olmuştur. Şafii ehl-i re’y fıkhını burada öğrendikten sonra ­-rivayetlere göre yaklaşık iki yıl Bağdat da kalmış­- Mekke’ye geri dönmüştür. Mekke’de Hareme­-i Şerif’te ders vermeye başlamıştır. Hac mevsiminde birçok âlimle görüşmüş ve âlimler onun ilminden faydalanmaya çalışmıştır. Bu arada görüştüğü âlimler arasında Ahmed bin Hanbel de bulunmaktaydı. Kendisiyle görüşen âlimler, onda nev’i şahsına münhasır yepyeni bir âlim tipi görürlerdi. İmam dokuz yıl burada kaldıktan sonra tekrar Bağdat ‘a geri döndü.  Bağdat da kısa bir süre kaldıktan sonra oradaki bazı durumlardan dolayı orada yaşayamayacağını düşünüp ilmi konumu bakımından Bağdat’a yakın olan Mısır’a göç edip ömrünün son demlerini burada geçirdi. İmamı Şafii Mısır’da Hicri 204 yılı Receb ayının son gecesinde vefat etti.

İmam Şafii 54 yıllık hayatına çok şey sığdırıp tarihe iz bırakmış ve birçok eser vermiştir. Ahkam’ül Kur’an, İhtilaf’ül Hadis, Müsned­-üş­-Şafii, Er­­-Risale Fi’l­­­­­­-Usul, El­­­­­-Mevaris, El­-Ümm,Kitab’üs-Sünnen ve’l Müsned, El-Emali el-Kübra, El-Emali es-Sagir, Edeb-ül-kadi, Fedail Kureyş, El-Eşribe Es-Sebkû ve’r-remyü, İsbat-ün-Nübüvve ve Redd-i ale’l-Berahime gibi eserleri ve divanı vardır.

İmamı Şafii, kendi fıkhını beş yerden beslemiştir. Şafii bu kaynakları ‘el­­­­-Ümm’ adlı eserinde şöyle dile getirmiştir. “İlim çeşitli tabakalara ayrılır. Bunların ilki ‘kitap’ ve sabit olan ‘sünnet’tir. İkincisi hakkında kitap ve sünnet nass bulunmayan konularda yapılan ‘icma’dır. Üçüncüsü, Peygamber(sav)’in ashabından birinin bir konu hakkında beyan ettiği ‘görüş’tür. Ancak başka sahabenin bu görüşe karşı çıktığı bize ulaşmamış olmalıdır. Dördüncüsü, Peygamber ashabın bir konu hakkında düşmüş oldukları ihtilaflardır. Beşincisi ise ‘kıyas’tır. Ancak bir konu hakkında kitap ve sünnet de nass varken, başka bir kaynağa başvurulamaz. Çünkü ilim, ana kaynaktan elde edilir.” İmam-ı Şafii fıkhî bir hüküm vereceği zaman sırasıyla bu kaynaklardan faydalanmıştır.

İmamın olduğu dönemde çeşitli görüşler ve birbirine zıt akımlar ortaya çıkmaya başlamıştı. Bu görüşleri beslendiği kaynaklar perspektifinden değerlendirip doğru olup olmadıklarıyla ilgili fikir beyan etmiştir. O dönemde Mu’tezile tarafından temelleri atılan kelam ilmi ortaya çıkmıştır. O dönemki fukaha ve muhaddisler gibi onun da Mu’tezile tarafından çıkartılan bu yeni ilme karşı çıktığını şu sözlerinden anlıyoruz: “Kelâm erbabı hakkında benim hük­müm şudur: Onlara sopa atmalı, develerin üzerine baş aşağı ters bindirip aşiretler ve kabileler arasında dolaştırarak; ‘Kitap ve Sünneti bir yana bırakıp da Kelâmı alanın cezası işte  budur’ diye nida edilmelidir!” Yine o şöyle demiştir: “Sakın, kelâm ilmine bakmayın. Zîrâ bir adama bir fı­kıh meselesi sorulsa da onda yanılsa, meselâ adam öldürmenin cezası so­rulduğunda, ‘diyeti bir yumurtadır’ dese, bu yalnız bir alay mevzuu olur, herkes buna güler geçer. Fakat kelâma dâir bir mesele sorulsa da hatâ etse onu hemen bid’ata nisbet ederler.” “Baktım ki, kelâmcılar birbirini tekfir edip duruyor. Gördüm ki, Hadîs ehli ise birbirini ancak hatâya nis­bet ediyor. Hatâya nisbet etmek, tekfîr etmekten çok daha ehven kalır.” İmam Şafiî’nin kelâm ulemâsının tutumundan nefreti o raddeye varmıştı ki, onları ulemâdan bile saymazdı.

Son olarak değineceğimiz konu İmam Şafii’nin hocası İmam Malik’e muhalif olmasıdır. İmam, hocasının bazı görüşlerini reddetmiş ve ‘Hilaf-ı Malik’ adında bir kitap hazırlamıştır. Kitabını yazarken hocasına hürmetsizlik edeceğinden korktuğu için biraz tereddüte düşmüş ancak insanlar İmam Malik’in söylediği sözlerle Peygamber hadislerine muhalefet etmeleri sebebiyle İmam-ı Şafii, İmam Malik’in bir beşer olduğunu, hata yapabileceğini insanlara anlatabilme adına bu eseri kaleme almıştır. Kendisine ‘niye bunu yazdın?’ diye soranlara ‘Üstad dostumdur, hak da dostumdur, bunlar birbiriyle karşılaşınca hakkın dostu olmak daha evlâdır’ diye cevap vermiştir.

Gerek haksızlık karşısındaki duruşuyla gerek oluşturduğu fıkıh sistemiyle olsun İmam Şafii İslam Medeniyetinin kıymetli şahsiyetlerinden biri olmuştur.

Ehl-i Sünnet`in günümüze kadar ulaşan dört büyük fıkıh mezhebinden olan Şafi Mezhebinin İmamı Muhammed bin İdris eş­­-Şafii 150 yılında(doğumu bir diğer mezhep imamı olan Ebu Hanife’nin vefat ettiği yıla tekabül eder­) doğdu. Doğduğu yer konusunda fukahânın ve tabakat yazarların çoğunluğu Gazze’de doğduğu görüşündedirler. Ancak bu rivayet dışında Askalan’da veya Yemen’de doğduğunu belirten rivayetler de mevcuttur. Nesebi fıkıh yazarların belirtiklerine göre Kureyş kabilesinden Hz. Peygamberle Abd­-i Menaf‘da birleşmektedir. Annesi Yemenli Ezd kabilesindendir.

İmam Şafii, Kureyş soylu bir aileden gelmesine rağmen babası, daha o iki yaşındayken vefat ettiği için zorluklarla geçen bir hayat sürdürmüştür. Babasının vefatından sonra İmam Şafii’nin nesebinin unutulmasından korkan annesi, oğlunu Mekke’ye göndermeye karar vermiş; muhtemelen annesi İmam’daki ilmi yeteneği gördüğü için onu ilim yoluna teşvik edip onun için gereken zemini hazırlamıştır.

İmam Şafii ilk olarak Gazze’de iken meşakkatli bir ilim yolculuğuna çıkmış ve oradayken Kur’an­-ı Kerimi hıfzetmiştir. Mekke’ye ulaştığı gibi vakit kaybetmeden Mekke’deki hadis hocalarından ders almaya başlamıştır. Hadis ezberleme ve yazma işine çok önem vermiş, Arapçayı da hakkıyla öğrenmeye çalışmıştır. Bunun için kırsal kesimlerde korunan fasih Arapçayı öğrenmek adına yaklaşık on yıl çölde Huzeyl kabilesiyle yaşamış ve böylece hem Arap dilini öğrenmiş hem de çöl de yaşayan insanların yaşayış tarzını ve âdetlerini tanımıştır.

İmam Şafii, yirmi yaşına eriştiğinde ilimde fetva verecek ve hadis aktaracak mertebeye gelmişti; ancak o ilme olan aşkından dolayı durmuyor, sürekli öğrenmek istiyor, ilim deryasında yok olmayı arzuluyordu. Arayış içinde olduğu bir dönemde ileri derecedeki ilmiyle anılan İmam Enes b. Malik’in ismini duyan İmam Şafii, onun ilminden istifade etmek istemişti. Ancak İmam Şafii, Malik’in ilminden yoksun bir vaziyette yanına gitmek istemediğinden İmam Malik’in ‘el­-Muvatta’ adındaki meşhur eserini okuyarak İmam Malik’in fıkhıyla tanışmıştır. Daha sonra İmam Şafii Medine’ye göç ederek İmam Malik’in himayesinde ilmî tahsile başlayıp 179 senesinden İmam Malik’in ölümüne kadar ondan ders almıştır. Şafii o zamanlar 29 yaşında olup ömrünün en verimli dönemini yaşamıştır.

İmam Şafii, İmam Malik’in vefatından sonra Mekke’ye tekrar geri dönmüştü. İmam’ın ilmi, adaleti ve verdiği hükümler insanlar arasında konuşulmaya başlanmıştı. Mekke’yi ziyarete gelen Yemen Valisiyle tanışan İmam, devlet biriminde görev almak üzere onunla Yemen’e gitmeye karar verdi. İmam’ın bu kararı vermesindeki asıl sebep hayatı boyunca geçim sıkıntısı çekmesi ve artık biraz maddi durumunu düzeltme ihtiyacı hissetmesiydi. İmam Yemen’e gittikten sonra vali tarafından Necran kadılığına tayin edildi.

İmam Şafii buradaki görevinde adaleti hakkıyla gerçekleştirmiş ve idarecilikteki dirayetini ortaya koymuştur. Görevine devam ederken Yemen’e yeni bir vali tayin edildi, bu valinin halkına zulüm edip adaletsizce davranmasından rahatsız olan İmam Şafii, valinin yaptıklarını eleştirip zulme karşı durmaya çalışmıştır. Bu uyarılardan rahatsız olan vali onu tehditlerle caydırmaya çalışmış; ancak İmam’ın zulüm karşısındaki dik duruşunu görünce onunla başa çıkamayacağını anlayıp onu o dönemin Abbasi halifesi olan Harun Reşid’e şikâyet ederek, Ali taraftarı olarak halifenin aleyhine çalıştığını söylemiştir. Bunun üzerine Halife onu elleri bağlanmış bir halde Bağdat’a getirtip, Ali taraftarı olarak halife aleyhine propaganda yapmakla suçlayıp, “Rafızîlikle” itham etmiştir. Bu suçlama karşısında İmam tarihe geçecek şu sözleri söyler:  “Hakikat şu ki, ben halife aleyhine çalışmamışım ve Rafızî de değilim. Ama Eğer Âli Muhammedi sevmem Rafızîlik ise, iki cihan şahit olsun ki ben Rafızî’yim.” Bunun üzerine İmam Şafii bir müddet gözetim altında alınmış daha sonra o günkü Bağdat Kadısı İmam Muhammed bin Hasan’ın devreye girmesiyle serbest bırakılmıştır. Sonuç olarak Yemen valisi İmam-ı Şafii‘yi görevden almak için o döneme hâkim olan bu fitne unsurlarını kullanıp İmamı elleri bağlı bir şekilde Bağdat’a göndermesiyle imamın devlette aldığı görev son bulmuş ve ilim yolculuğuna 34 yaşında tekrar geri dönmüştür.

İmam Şafii, Irak fakihi Muhammed b. Hasan ile Bağdat’ta tanışıp ondan ders almaya başlamıştır. Muhammed b. Hasan’ın yazmış olduğu eserleri okuyup bu vesileyle İmam, Irak fıkhı hakkında malumat sahibi olmuştur. Şafii ehl-i re’y fıkhını burada öğrendikten sonra ­-rivayetlere göre yaklaşık iki yıl Bağdat da kalmış­- Mekke’ye geri dönmüştür. Mekke’de Hareme­-i Şerif’te ders vermeye başlamıştır. Hac mevsiminde birçok âlimle görüşmüş ve âlimler onun ilminden faydalanmaya çalışmıştır. Bu arada görüştüğü âlimler arasında Ahmed bin Hanbel de bulunmaktaydı. Kendisiyle görüşen âlimler, onda nev’i şahsına münhasır yepyeni bir âlim tipi görürlerdi. İmam dokuz yıl burada kaldıktan sonra tekrar Bağdat ‘a geri döndü.  Bağdat da kısa bir süre kaldıktan sonra oradaki bazı durumlardan dolayı orada yaşayamayacağını düşünüp ilmi konumu bakımından Bağdat’a yakın olan Mısır’a göç edip ömrünün son demlerini burada geçirdi. İmamı Şafii Mısır’da Hicri 204 yılı Receb ayının son gecesinde vefat etti.

İmam Şafii 54 yıllık hayatına çok şey sığdırıp tarihe iz bırakmış ve birçok eser vermiştir. Ahkam’ül Kur’an, İhtilaf’ül Hadis, Müsned­-üş­-Şafii, Er­­-Risale Fi’l­­­­­­-Usul, El­­­­­-Mevaris, El­-Ümm,Kitab’üs-Sünnen ve’l Müsned, El-Emali el-Kübra, El-Emali es-Sagir, Edeb-ül-kadi, Fedail Kureyş, El-Eşribe Es-Sebkû ve’r-remyü, İsbat-ün-Nübüvve ve Redd-i ale’l-Berahime gibi eserleri ve divanı vardır.

İmamı Şafii, kendi fıkhını beş yerden beslemiştir. Şafii bu kaynakları ‘el­­­­-Ümm’ adlı eserinde şöyle dile getirmiştir. “İlim çeşitli tabakalara ayrılır. Bunların ilki ‘kitap’ ve sabit olan ‘sünnet’tir. İkincisi hakkında kitap ve sünnet nass bulunmayan konularda yapılan ‘icma’dır. Üçüncüsü, Peygamber(sav)’in ashabından birinin bir konu hakkında beyan ettiği ‘görüş’tür. Ancak başka sahabenin bu görüşe karşı çıktığı bize ulaşmamış olmalıdır. Dördüncüsü, Peygamber ashabın bir konu hakkında düşmüş oldukları ihtilaflardır. Beşincisi ise ‘kıyas’tır. Ancak bir konu hakkında kitap ve sünnet de nass varken, başka bir kaynağa başvurulamaz. Çünkü ilim, ana kaynaktan elde edilir.” İmam-ı Şafii fıkhî bir hüküm vereceği zaman sırasıyla bu kaynaklardan faydalanmıştır.

İmamın olduğu dönemde çeşitli görüşler ve birbirine zıt akımlar ortaya çıkmaya başlamıştı. Bu görüşleri beslendiği kaynaklar perspektifinden değerlendirip doğru olup olmadıklarıyla ilgili fikir beyan etmiştir. O dönemde Mu’tezile tarafından temelleri atılan kelam ilmi ortaya çıkmıştır. O dönemki fukaha ve muhaddisler gibi onun da Mu’tezile tarafından çıkartılan bu yeni ilme karşı çıktığını şu sözlerinden anlıyoruz: “Kelâm erbabı hakkında benim hük­müm şudur: Onlara sopa atmalı, develerin üzerine baş aşağı ters bindirip aşiretler ve kabileler arasında dolaştırarak; ‘Kitap ve Sünneti bir yana bırakıp da Kelâmı alanın cezası işte  budur’ diye nida edilmelidir!” Yine o şöyle demiştir: “Sakın, kelâm ilmine bakmayın. Zîrâ bir adama bir fı­kıh meselesi sorulsa da onda yanılsa, meselâ adam öldürmenin cezası so­rulduğunda, ‘diyeti bir yumurtadır’ dese, bu yalnız bir alay mevzuu olur, herkes buna güler geçer. Fakat kelâma dâir bir mesele sorulsa da hatâ etse onu hemen bid’ata nisbet ederler.” “Baktım ki, kelâmcılar birbirini tekfir edip duruyor. Gördüm ki, Hadîs ehli ise birbirini ancak hatâya nis­bet ediyor. Hatâya nisbet etmek, tekfîr etmekten çok daha ehven kalır.” İmam Şafiî’nin kelâm ulemâsının tutumundan nefreti o raddeye varmıştı ki, onları ulemâdan bile saymazdı.

Son olarak değineceğimiz konu İmam Şafii’nin hocası İmam Malik’e muhalif olmasıdır. İmam, hocasının bazı görüşlerini reddetmiş ve ‘Hilaf-ı Malik’ adında bir kitap hazırlamıştır. Kitabını yazarken hocasına hürmetsizlik edeceğinden korktuğu için biraz tereddüte düşmüş ancak insanlar İmam Malik’in söylediği sözlerle Peygamber hadislerine muhalefet etmeleri sebebiyle İmam-ı Şafii, İmam Malik’in bir beşer olduğunu, hata yapabileceğini insanlara anlatabilme adına bu eseri kaleme almıştır. Kendisine ‘niye bunu yazdın?’ diye soranlara ‘Üstad dostumdur, hak da dostumdur, bunlar birbiriyle karşılaşınca hakkın dostu olmak daha evlâdır’ diye cevap vermiştir.

Gerek haksızlık karşısındaki duruşuyla gerek oluşturduğu fıkıh sistemiyle olsun İmam Şafii İslam Medeniyetinin kıymetli şahsiyetlerinden biri olmuştur.

Kaynak: islamianaliz.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir