Suat Baran Ataş Katılım Bülteni İçin Yazdı: Modern İktisat Üzerine Bir Deneme Yazısı
Latince bir deyiş olan “sui generis”-in Türkçedeki karşılığı, “nevi şahsına münhasır” sıfatıdır. Kendine özgü olan şey anlamıyla da ifade edebileceğimiz bu deyiş, benliğine has kabiliyet, usul ve esasları olan durumları belirtmek için kullanılır diyeyim, bana çokça emeği geçen ve ziyadesiyle ufkumu genişleten Murat Çizakça hocamı da bu vesileyle anmış olayım izin verirseniz (eserlerinde birçok defa bu ifadeye yer vermiştir). Bu deyiş bizce nevi şahsına münhasır vaziyette olan iktisadi bir sistemi anlatmak için güzel bir ifade. Kastım elbette İslami iktisat. Çünkü İslam iktisadının temel taşları diye nitelendirebileceğimiz bazı hususları, diğer metot ve anlayışlara benzese dahi geleneksel finansal sistemlerden öz itibarıyla çok derin bir şekilde ayrılıyor. Her şeyden evvel İslam İktisadı’nın merkezinde bir din, bir inanış yatıyor. Amaçlar ve gayeler farklı. Bir kere “ben merkezli” bir yapıda değil. Çünkü İslam dini üzerine inşa edildi. Yani Kur’an-ı Kerim; Hadis-i Resulullah, İcma-i Ümmet ve Kıyas’ül Ulema’nın ortaya koyduğu içtihat neticesinde şekillendi. İşte bu ve diğer prensiplerle birlikte “sui generis” ifadesi anlam kazanıyor. Tezahür boyutuna gelelim. Fakat Kıymetli Okurlar; bunun bir deneme yazısı olduğunu ve resmi bir ton ile yazılmadığını da baştan belirteyim naçizane.
İktisat, ilk insandan beridir var olan bir gerçek. Bunda bütün taraflar hemfikir. İstediğim durum daha başka ama. Ben tezahürün anlamına yönelik bir sual getiriyorum. Mana aradığım husus bu. Her şey nerede başlıyor biliyor musunuz? İlk cümlemde yatıyor: “…ilk insandan beridir…” Biz Müslümanların imanına göre ilk insan, aynı zamanda yaratılmış ilk insandır. Yani evrilmiş değil! Ayrımın ölçüsü tam da bu bence. Evrim Teorisi’ni ele alacak bir haddi kendimde bulmuyorum bu arada. Ne bu alan benim alanım ne de çok detaylı fikrim var bu konuda. Ama bir filmden örnek vererek pozisyonumu belli etmek istiyorum: Hani Abraham Lincoln, köleliği kaldıracak yasa tasarısından önce George Yeaman’a diyordu ya, babası için: “O iyi bir adam değildi ama dürüstlüğe, özgürlüğe karşı kaba bir ahlaki arzusu vardı.” Benimki de bu misal işte. İyi ve bilge bir adam olayım ya da olmayayım, bu konuda tavrım ister kaba olsun ya da olmasın, nettir! Konudan sapmayayım ve mana aradığım hususa döneyim en iyisi.
Şahsen “ilk insan” örneğini vermem de ki asıl gayem materyalist ve bireyselci iktisat modelleridir. Yani kapitalizm, sosyalizm ve nihai hedef olan komünizmdir. “Ayrımın ölçüsü” diye belirtmem de ki maksadımı birazdan anlamış olacaksınız. Malumunuz üzere modern iktisadın babası, İskoç düşünür Adam Smith’dir. Smith, fikirlerini yayımladığı iki eserde özellikle belirtmişti. İlki Ahlaki Duygular Teorisi’dir. Aslında bakarsanız pek inceleme fırsatı bulamadım ama ikincisini, -ki hepimiz biliyoruz zaten-, iyice bir araştırdım ve okudum. Ulusların Zenginliği’ni kastediyorum elbette. Kitap tüm dünyayı kasıp kavurmuş ve akademik fikriyatı derinden etkilemiş bir eserdir. 1776’da yayımlanan eser aynı yıl ilan edilen Amerikan Bağımsızlığı ile birlikte takdir edersiniz tarihin özellikle modern tarihin en önemli olayları arasında yer almaktadır. ABD’li bürokratlar arasında da son derece kıymet gören bir eserdir. Pek ala “Father of the America” adı verilen kurucu babalar -ki John Adams, Jefferson, Franklin ve tabii başkan Washington ve bazı diğer kuruculardan müteşekkildir-, liberal görüşü benimsemiş ve hatta önemli savunucularından olmuşlardı. Yaptığım taramalarda gerek Bildirge gerekse de anayasada liberalizm ve özgürlükçülüğün defaatle vurgulanmış olduğunu da bilahare ekleyeyim. Koskoca bir kıta çoktan tarafını belli etmişti. Altyapı da hazır gibiydi zaten. Ayrıca Avrupa’nın bağımsız majör ulusları kontrollü sermaye hareketlerinden yana değillerdi malumunuz. Manchester başta olmak üzere birçok şehirde de sanayi devriminin alt planları yapılıyor ve önemli buluşlara imza atılıyordu. Merkantilizme ne oldu derseniz; yerini -yine emperyalist olmak kaydıyla- işte bu modele bırakacaktı. Bu modelde büyük gümrük duvarları ve bununla beraber gelen kısıtlar yerini ticaret anlaşmalarına; zayıf durumda olan iktisadi akademi dünyasını da yerini bir bilim dalına bırakacaktı. Geleneksel olan üretim mantığı da kişisel hırslarını ileri süren -gayet tabii- bazı mucit ve iş adamları tarafından daha inovatif yöntemlere bırakacaktı.
Smith’in “görünmez eli”, “pazarlar üzerine düşünceleri” ve “ben merkezli yapısı” her ne kadar Kilise fanatiklerinin rüyası olmasa bile genel-geçer bir konuma ulaşıyordu. Dikkat ederseniz sürekli “ben merkezli” yapıyı vurguluyorum. Peki nedir bu “ben merkezli” yapı? Mesele bu işte! İslam İktisadı’nın farkı bu! “Sui Generis” ifadesinin dayanağı tam da burası. Bu ifadeye biraz odaklanayım. Hobbs denilen meşhur bir İngiliz filozof var. Öylesine hazin ifadeler ile iştigal etmiş ve fikirlerini belirtmiş ki, insan hiddetlenmeden duramıyor. Mesela meşhur bir vecizesini aktarayım: “Homo, homini lupus.” Biz daha çok bu vecizeyi; “insan, insanın kurdurur” şeklinde biliyoruz. Sözden ne anladığıma birazdan geçerim fakat daha önce bu söze ilham kaynağı olan ve karşı çıkan iki vecizeyi daha burada belirtmek istiyorum. İlki Antik Roma’da yaşam sürmüş ünlü Komedya yazarı Maccius Plautus’a ait. Ona göre, “Bir insan, karşısındakinin henüz nasıl biri olduğunu anlamamışsa onun nezdinde bir adam değil, bir kurttur.” Diğeri ise benliğinde Tasavvufi bir ahkam olduğunu düşündüğüm şu söz: “İnsan, insanın gözünde kutsaldır.” Yine Romalı bir şahsiyet olan Seneca’nın bu sözü Hobbs gibiler için neredeyse 1600 yıl evvel zikredilmiş olsa da pek bir mana ifade edilmemiş zihinlerde. Pek tabii hayatının hiçbir evresinde Hakikat ilmine vakıf bir mürşid terbiyesinden geçmemiş Hobbs ve şürekası için bir nebze anlaşılır bir durum. Bilakis medeniyetin beşiği olan İngiltere’den bir şahsiyetin; uğruna kainat yaratılmış ve hizmetine binlerce hayvanat ve nebatat sunulmuş bir ortamda, etrafına sevgi ve merhamet tohumları ekmesi gerekirken; insanın özünün nefsani sıfatlar dahiliyle yoğrulduğunu ve Ruh-u İlahi’nin taht kurduğunu iman ettiğimiz, Ademoğullarının sahip olduğu en ulu mekan olan “Gönül Aleminde” sadece vahşi sıfatların hüküm sürdüğünü ifade etmek ne kadar da hazin! Neyse ki Kadim Anadolu’nun “Mübarek Üstatları” olan Evliyaullah’ı kendisine yoldaş edinen ve O ulu şahsiyetlerin peşinden Hakk’ı aramak uğraşında olan atalarımız sayesinde bugün bu inanış ülkemizin genel görüntüsünü yansıtmıyor.
Hobbs’un bu ifadesine katılanlar olduğu gibi onunla ayrı minvalde düşünmeyenlerde yok değil. Mesela düşünceye katılanlar arasında pek çoğumuzun tanıdığı Freud var. Freud, “Tüm yaşam ve tarih deneyimi karşısında kim bu iddiaya itiraz etme cesaretine sahip olabilir?” gibi son derece iddialı bir ifade kullanıyor. Nobel ödüllü Konrad Lorenz ise işi daha da ileri götürüyor ve akademik bir temel oluşturduğunu iddia ettiği bir kitap kaleme alıyor (İşte İnsan: Saldırganlığın Doğası Üzerine). Hülasa Seneca gibi düşünenler de yok değil. Mesela Hollandalı Frans de Waal bu ifadeye “…bu söz kendi türümüzün fıtrat gereği sosyal oluşunu reddediyor.” diyerek pozisyonunu net bir şekilde ortaya koyuyor. Anlayacağımız batıda net bir tutum yok gibi. Hayır! Seküler-Liberal anlayışın şeksiz bir şekilde egemen olduğu Avrupa ve Amerika’da ki tutumlar net. Oralarda menfaat hüküm sürüyor. Mesela ABD’de ki evsiz sayısının son yıllardaki hızlı tırmanışı ve miktarın The New York Times’ın dayandırdığı kaynaklara göre 600 bine yaklaşması işin bariz bir örneği. Resmi olmayan rakamlara göre ise bu sayı 2,5 milyon. Son yıllarda ki ağır enflasyonist ortamın bir yansıması olarak diğer gelişmiş ülkelerde de bu sayılar giderek artıyor. Örnek: Almanya. Başka bir veriden daha misal vermek istiyorum. UNICEF’e göre 2020 yılında dünya genelinde “kronik açlık problemi” yaşayan kişi sayısı en az 721,7 milyon kişiyken ABD’de “ultra zengin” sınıfında yer alan ve 50 milyon $’dan fazla varlığa sahip kişi sayısı ise OECD’ye göre 110 bin 850. Kabaca bir hesap yapalım. Misal gereği bu kişilerin hepsinin 50 milyon doları olsun. Zirvedeki Musk’tan, Steve Ballmer’a değin. O zaman ortaya çıkan rakam korkunç boyutlara ulaşıyor: 5,54 Trilyon Dolar! BM’nin Gıda Şefi David Beasley ile Musk’ın tartışmasını hatırlarsınız. Musk’a Twitter üzerinden bir mesaj yollamış ve bağışlayacağı 6,6 milyar dolar ile bütün dünyada açlığı bitirebileceğini belirtmişti malumunuz. İşte bizim kaba hesabımızdaki para bu miktarın 839 katı! Herhalde “Amerikan Rüyası” dedikleri bu olsa gerek.
Peki bir Müslüman’ın bu söze karşı pozisyonu ne olmalı? Yukarıda kısaca değinmeye çalıştım. Fakat işi usulüne göre yapmak lazım gelir. Fahri Alem Yüce Resul’ün kelamları ile bitirmeyi tercih ediyorum bu sebeple. Tıpkı Tasavvuf yolunun mensubu olmayı tercih ettiğim gibi:
“Ben beddua etmek için gönderilmedim, rahmet olarak gönderildim.” diyerek hoşgörü ve merhamet boyutunun ne denli olduğunu bizlere niyaz eden Resul-i Ekrem bizatihi kendisinin yetiştirdiği Ebubekir-i Sıddık (R.A.) Efendimiz’e öylesi bir şekilde ilham oluyor ki; Hazreti Ebubekir’in ağzından her gece şu meşhur Dua alemi şen ediyordu: “Allah’ım! Vücudumu öylesine büyüt ki bütün Cehennem’i kaplasın. Bu sebeple kimse girmesin oraya!” İşte bu İslam’ın pozisyonudur. En net ve güzel pozisyon da budur şahsımca. Sabrınız için şükranlarımı iletiyorum, sağ olunuz.